BELGESEL SİNEMA; SANAT-BİLİM BULUŞMASI
M.Sadık Aslankara
(20.10.2022 YAZISIDIR.)
Fuat Uzkınay’dan Nâzım Hikmet’e farklı alanlardan daha pek çok insanın katkısıyla gelişip büyüyen belgesel sinema sanatı, bundan yetmiş yıl önce bir kez daha güçlü bir soluk eşliğinde alevlendi, genele yayılıp geniş etki yaratmayı başardı. Bu kez sanat-bilim çevresinden Sabahattin Eyuboğlu-Mazhar Şevket İpşiroğlu ikilisinin buluşmasıyla uzun soluklu bir yaratı süreci açıldı belgesel sinemamızın önünde.
Sinema bilimci ve belgesel sinemacı Berrin Avcı’ya göre görüntü yönetmeni Aziz Albek’in de katılımıyla işbirliği pekişen üçlünün çalışmaları, “yurdumuzdaki çeşitli uygarlıkların kalıntılarını benimseme, değerlendirme, yurtta ve dünyada tanıtma amacı”na yöneliktir ve sonuçta “kültür filmleri” üretimini amaçlanıyordur.
Berrin Avcı, ortaya çıkan bu “belgesel sinema enerjisi”yle ilgili olarak şunları söylüyor:
“İstanbul Üniversitesi Film Merkezi’nin tanıtım kitapçığında Macit Gökberk’in de belirttiği gibi, Anadolu’daki çeşitli uygarlık katlarının arkeolojisi ve sanat tarihi ile ilgili olan bu filmler klasik anlamdaki ‘belge filmleri’ değildirler. Belgesel film çalışmalarını yapan bilim adamlarının gözönünde tuttukları amaç; ‘Üniversitenin işlediği konuları sinema diliyle anlatıp kavratmaya, yaymaya; böylece de üniversitedeki öğretim ve araştırmaya bu yöntemle katkıda bulunmaktır.’ Böylece üniversitede kuramsal olarak sunulan bir takım bilgilere görsellik kazandırılacak ve akılda daha kalıcı olması sağlanacaktır. / Üniversitenin belgesel filmleri çekerken gözettiği amaçtan da anlaşıldığı gibi bu kısa kültür filmlerini hazırlayan ekip ulusal kültüre hizmet etmekle, bilime de hizmet edildiğine inanır. Bilim ve kültür birleşmesi bu filmlerle gerçekleşir.” (Berrin Avcı; Belgesel Sinemacı Yönüyle Sabahattin Eyuboğlu, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları, 1999, s. 57);
Berrin Avcı’nın altını çizdiği “bilim ve kültür birleşmesi” hedefine yönelen belgesel film üretimi, kavrayış olarak bizi belgesel sinemada en azından “sanat-bilim buluşması” olgusunun önüne getiriyor.
“…Eyuboğlu Anadolu insanına eğilir ve düşünceleri siyasal-toplumsal bir içerik alır. Kültürün, sanatın, edebiyatın ve eğitimin siyasal ve toplumsal içeriği üzerine düşünür. (…) Bütün düşüncelerinin ve uğraşılarının temelinde Anadolu halkının aydınlanması çabası vardır. Belgesel film çalışmalarının temelinde de bu düşüncesi yatar.” (Berrin Avcı; Agy., s.69)
Yola çıkışın bilimsel ahlak temeline dayalı “Aydınlanma” olduğu açık:
“1954 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sanat tarihi profesörü Sabahattin Eyuboğlu …(…) …Anadolu kültürü ve Anadolu halkı üzerindeki gözlem ve araştırmalarındaki bulgularını çeşitli alanlarda uygulayıp yorumlayarak, kendisi ve çevresi için yaratıcılık yolları açmıştır. Anadolu halkının aydınlatılması yolundaki çabasında ‘yaşayarak eğitme’ felsefesini ve teknolojik eğitime dayalı denemelerini, yaşamının her döneminde, çeşitli alanlarda uygulamıştır. Bu uygulama alanlarından birisi de belgesel film çalışmalarıdır. Sinemacı kimliği ile pek fazla tanınmayan Eyuboğlu’nun, bu yönü ile de Türk kültürüne önemli ölçüde katkıları olmuştur.” “… Sabahattin Eyuboğlu, Mazhar Şevket İpşiroğlu ve Aziz Albek ile birlikte hazırladığı belgesel filmlerinde, …belgesel film türünün olanakları ile de Türk halkının geleceğine ışık tutmuştur.” (Avcı; Agy., ss. 139, 140)
Berrin Avcı, “Eyuboğlu’nda Aydınlanma” başlığı altında durarak onun “Aydınlanmacı” yanı üzerinde de konuya değgin düşüncelerini dile getiriyor.
Aydınlanma için, Kant’ın söylediklerine bir göz atmakta yarar var:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude!. (“Yüreklice düşün!” / Çevirenin notu) Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” (Immanuel Kant; ” ‘Aydınlanma Nedir?’ Sorusuna Yanıt”, [Çeviren: Nejat Bozkurt], Yazko Felsefe Yazıları, 6.Kitap, 1983)
Bu veri, Eyuboğlu’nun, aynı zamanda bir aydınlanmacı olarak da belgesel sinemayla ilgilendiğini gösteriyor bize. Nitekim Türk belgesel sinemasına çok değerli katkılarda bulunan Eyuboğlu ustanın, aydınlanmacı yanı üzerinde özellikle durmak zorundayız. Bu örnekte de görülüyor ki, aydınlanma ile belgeleme arasında sıkı bağlar söz konusu. Bu durum, tersi için de geçerli elbet: Aydınlanmanın yaşanmadığı bir toplumsal dokuda belgenin, belgelemenin, belgeselin değerince kavranmayacağı açık!
Ancak bütün bunlar, belgesel sinemanın, ahlaksal ve güzelduyusal açıdan yine de önceden belirlenmiş bir işlevle yükümlendirildiği gerçeğini çıkarıyor ortaya. Nitekim belgesel sinemadan beklenenin de, hep bu işlevsellik olduğu görülüyor nedense.
Örneğin Bilgin Adalı’nın Belgesel Sinema adlı kitabındaki kimi ele alışları bunu yansıtıyor. Adalı, Süha Arın’ın “Midas’ın Kulakları” için “… Filmde, bilimsel kaygıların büyük bir ağırlık taşıdığı gözlemlenmektedir,” dedikten sonra “Safranbolu’da Zaman” için de şu eleştiriyi getiriyor: “… Filmin en büyük kusuru, Safranbolu’nun yaşarlıktan uzak bir biçimde ele alınmış olmasıdır.” (Bilgin Adalı; Belgesel Sinema, Hil Yayın, 1986, s.117)
Olguyu ele alışta, bu türde salt biçem, kurgu vb. yaklaşımlar sinema estetiği açısından elbet önemli ve gerekli ancak belgesel sinemada ilkin sanat-bilim buluşmasının önünü açmak gerekmiyor mu?
Hele belgesel sinemanın kapısına anahtar uyduralım, içeri gireriz sonra…