SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; BİR YAZAR OLARAK ATATÜRK…

BİR YAZAR OLARAK ATATÜRK

M.Sadık Aslankara
(10,11,2022 YAZISIDIR.)

Bir yazar olarak aldığınızda, Atatürk’ün hep aynı sözleri söylediğini ya da değişke bağlamında bunları birbirinin yerine koyduğunu, bu durumun da görece tekdüzelik yansıttığını, hatta üsluba sırt döndüğünü düşünebilirsiniz!

Ne var ki Atatürk’ü “söyleyici yazar” gibisinden bir nitelemeyle değerlendirmek daha doğru olur herhalde. “Söyleyici”yi seçişim boşuna değil. Anlatıcı, bir söyleyici değil, saltık anlamda yazıcı çünkü. Yine de bunu, onun yazarlığını yok saymak ya da küçümsemek için söylüyor değilim elbette.

Prof. Dr. A. Afetinan, “Atatürk’ün Askerlik Üzerine Kitapları” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“O yıllarda harp akademisine ayrılan az sayıda genç subay talebeler, binlerce harp okulu gençlerine hitabeden hür fikirleri yaymak için çeşitli vasıtalardan faydalanmışlardı. Bu arada tertip ettikleri gizli gazetelerin yazıları bizzat M. Kemal’in kaleminden çıkmıştır.” (Mustafa Kemal Atatürk, Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Cumhuriyet gazetesi ek yayını, 1998, 5)

Atatürk’ün yazarlığı, dünyanın öteki pek çok yazarında görülegeldiğince öğrenciliğinde, delikanlılığında başlıyor demek ki! Ancak bu yazarlık, üstelik daha ilk verimlerle birlikte söyleyici tutumla örtüşüyor yine de!

Mustafa Kemal’in, gençlik yıllarından okumaları da örneklenebilir.

“XVI. Kolordu Komutanı olarak Silvan’da bulunurken iki ünlü Türk şairinin kitaplarını okuduktan sonra 10 Aralık 1916’da anı defterine şunları yaz(ıyor): / ‘Yemekten evvel Emin Beyin (Yurdakul) Türkçe Şiirler’iyle Fikret’in Rübab-ı Şikeste’sinden aynı zeminde bazı parçalar okuyarak bir mukayese yapmak istedim. İkisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da diğerinde de aynı derecede Arapça, Farsça kelimat var. Fark, biri parmak hesabı (hece vezni), diğeri değil.” (Şükrü Tezer’den aktaran: Şerafettin Turan-Sevgi Özel; 75.Yılda Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, Dil Derneği, 2007, ss. 57, 59)

Söyleyici yazarlık, binlerce yıllık geleneğe sahip. Deyiş yerindeyse yeryüzünün ilk yazarları onlar. Geziyorlar, ortada bir yazı olmasa da bunu söyleyerek yaratıyorlar. Homeros’tan sofistlere dek hep böyle bu! Yazıncıların “sözlü edebiyat” dediği verim türü! Mustafa Kemal’in de çok küçük yaşlardan itibaren verimini ortaya dökmeye koyulduğu öngörülebilir o halde. Söyleyici olmaya söyleyici, evet, ama aynı zamanda yazar yine de!

Nitekim Sadi Borak, bir ön açıcı olarak yayımladığı olağanüstü emek içeren yapıtı Atatürk ve Edebiyat’ta (Kaynak, ikinci basım, 1998), delikanlı Mustafa Kemal’in yazarlık yolunda nelerden, kimlerden etkilendiğini, nerelere uğrayıp nelerden destek alarak yolculuk yaptığını bir bir gösteriyor bizlere.

 

Yazarlıkta Üç Evre

Bana göre Atatürk’ün yazarlığı, üç temel evreden geçerek tamamlanıyor. Elbette bu üç evrede hep söyleyici o. Bu yönsemesi değişmiyor hiçbir zaman. Bu evrelerin birbirinden ayrı durduğu düşünülmemeli. O, tüm yaşamı boyunca bu evrelerle içlidışlı, kol kola çünkü.

Küçücük yaşlarda etkilendiği şairler, yazarlar, düşünceler, hep biçimlendiriyor onu. Üstelik doğduğu, ilk gençliğini sürdürdüğü dönem, batı aydınlanmasına öylesine eklemlenmiş bir çağ ki, idealizm anlayışını, bireysel erdem kavrayışını da belirliyor onun.

Coğrafi anlamda Avrupa’da yaşadığını, kent kökenli olduğunu da düşünürsek kültürel açıdan biçimlenmesi hem sağlam temellere dayanıyor hem de dolanım, hızlı bir süreçte tamamlanıyor.

Atatürk’ün çocuk denecek yaşlarda Namık Kemal’i, Tevfik Fikret’i model olarak aldığı, etkilendiği bu şairlerdeki ezgiselliği bütün sözlerine yaydığı, ötesinde biçemlerini yazdıklarına da yansıttığı söylenebilir bir çırpıda. Ötesinde Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in ardılı olarak almak da olanaklı onu! Sözgelimi “Ne mümkün zulm ile bîdât ile imhâ-yi hürriyet / Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten” diyen bir Atatürk’tür o, Namık Kemal’in kılığına bürünmüş. Ya da “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, /hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır; göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa / sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır” diyen Fikret değil de Atatürk’tür sanki.

Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in dize sıralamada, yerleştirmede yansıttığı ezgisellik kadar onlardaki yeni söyleyiş havasını, kışkırtıcı tutumu da olduğu gibi sözlerine içirmiş görünüyor Atatürk.

Osmanlıca söyleyişteki biçemsel özelliklerin, Mustafa Kemal’in diline yansıdığı biliniyor zaten. O dönem için başka türlüsünü düşünebilmek olanaksız elbette. Ama sonraki yıllarında bu yeniliği, yeni havayı, biçimsellikten içeriğe, abeceden sözcüğe dilimizdeki tüm alanlara yayacaktır Mustafa Kemal.

Atatürk’ün yazarlığındaki özgünlüğün, bu söyleyici yazarlığa süreç içinde eklemlendiği ileri sürülebilir! Doğru, o, çocuk denecek yaşlarda yazarlığa soyunmuştur ama, yazarlığındaki özgün çizgiye çok sonra ulaşmıştır yine de.

Onun yazarlığındaki özgünlüğün, yine de halk dili ortalamasına dayanarak geliştiği söylenebilir. Biçemi nettir Atatürk’ün, hatta ötesinde alışılmıştır, bildiktir. Sözcükleri yerleştirirken ezgisel tartımda dalgalanmayı, iniş çıkışı benimsemiş, bağlaç olarak “ve”lere bile tartımda pay biçmiştir. Bu nedenle onun yazısını biçimsel açıdan taklit edebilenler, ona olmadık sözleri söyletmeyi de başarabilmiş, böylece Atatürk’ün sözlerinde, ötesinde yazılarında “tahrifat” yapılabilmiştir.

Onun yazarlığında üç evreden söz ettim, nedir bu evreler? Ahlaksallık evresi, ulusallık evresi, evrensellik evresi…

 

Ahlaksal, Ulusal Yazar Olarak Atatürk

Atatürk, yazar olarak nasıl bir kimlik sergiliyor?

O, ilkin aydınlanmacı bir yazar. İşin bu yanı dikkate alınmadan onun yazarlığına yönelik değerlendirmelere girişmek hep eksiklik taşıyacaktır. Üstelik bütün yazarlarda görülmesi gereken bir yan daha var ki, Atatürk’te çok belirgindir bu, evet kentlidir o, tam anlamıyla kentli bireydir.

Atatürk bir kahraman yazardır da aynı zamanda, tıpkı Nâzım Hikmet gibi. Hatta bir açıdan tragedya kahramanı gibi de alınabilir! Ttragedyadaki gibi  işin başında, önceden bilinen kötü sona doğru giden görüntü çizmez elbette, ancak tragedyalarda yaşam bulan söylemiyle, biçemiyle, tutumuyla tam bir kahraman karakteri yansıtır yine de. Bu nedenle tok duruşludur söylemi, söyleyici yazarlığı da bu yönde sıkı bağlarla örülmüştür.

Atatürk, söyleyicilik kadar söylevci tutum içinde de görünür verimlerinde. Kimileyin bu söylevci yan öğütçülükle de kol kola girer. Kahramanlığıyla aydınlanmacılığının, kentliliğinin de payı vardır kuşkusuz bunda.

Bütün bunlara bakarak, Atatürk, bir tanrı yazar bağlamında da alınabilir. Bu da “bağımsızlık”, “kadın erkek eşitliğini içine alan özgürlük”, “laik yurttaşlık”, “barış” izleği olabilir!

İşte Atatürk’ün yazarlık kimliğindeki belirgin özellikler! Bunlar, onun yazarlığındaki tüm evreleri etkiliyor kuşkusuz. O, ahlaksal, ulusal yazarlığının yanında evrensel yazarlığını bu kimliğe uygun biçimlendiriyor. Bu yönde pek çok örnek metin gösterebilmek olanaklı. Ama yer yeter mi Atatürk metinlerinden verilecek örneklere? Şu sözlerine bir göz atalım yine de:

“Dünyanın hiçbir tarafında ve ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Hayatınla, imanınla, itaatınla hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle, düşmanı alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bilirim.” (1921)

 

Evrensel Yazar Atatürk

Ama o, ahlaksallığını da ulusallığını da evrensellikle temellendirmiş bir yazar. Sözgelimi Çanakkale Savaşlarında emperyalistlerce üzerimize gönderilen gençler için 1934’teki sözlerini anımsayalım:

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. / Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

“Kendini savunma zorunluluğu dışında savaş cinayettir”, “Yurtta barış dünyada barış” diyen Atatürk’ün yazarlığındaki evrensel biçemi, bu sözlerinden daha iyi ne anlatabilir?

Atatürk’ün yazarlık yaşamı verimlerini, Atatürk’ün Bütün Eserleri’nde gözleyebilmek, ötesinde bunları karşılaştırıp değerlendirebilmek olanaklı.

Yapıt bu anlamda büyük bir boşluk doldurmakla kalmıyor, bu eksikliğin giderilişiyle birlikte bir yanlışı, geçiştirmeyi, üstünü örtüp sessizleştirmeyi de ortadan kaldırıyor.

Atatürk’ün, Giresun’da gençlere seslenişinden bir alıntı aktarayım son ciltten:

“Arkadaşlar, bu memleketi ve bu milleti asırlardan beri berbat edenler çoktan ölmüştür. Bütün gençlik buna iman etmelidirler… Bizim başlarımız gitmedikçe, bizim kanımız akmadıkça bunlar bir daha dönmeyeceklerdir.” (1924, 30)

Her yazar, kim olursa olsun, Atatürk’ü yazar yanıyla da tanımak zorunda!

Atatürk, cumhuriyetin ilk yazarı çünkü. Böyle söylemekte sakınca yok. Öyle ya, modern yazınımızın tüm ardılları, onun açtığı bu çığırdan geçerek soyunmadı mı bu işe? Onun devrimleriyle gelişip serpilmedi mi?

Atatürk’ün kendi toplumuna, kendi gençliğine karşı söz verişi ortadayken günümüz yazarı ne yapıyor peki?

Yazarlığına saygısı olan biri, Atatürk’ün yazarlığını da tanımak, bu yazarlığı önemsemek, hiç değilse onun kimi yapıtlarını okumak zorunda !

 

 

Not

Yukarıdaki yazı, 10 Kasım 2005’te Cumhuriyet Kitap’ta, “Kitaplar Adası”nda yayımladığım yazının bir değişkesidir.