SAYFA YAZISI. M.S.Aslankara; Büchner’in “Lenz” Öyküsüne Giriş…

Büchner’in “Lenz” Öyküsüne Giriş
M.Sadık Aslankara
(26.10.2017 YAZISIDIR.)

Georg Büchner (1813-1837), yirmi dört yaşında tifüsten ölen bir bilimci, çağının devrimcisi bir büyük yazar…

Kısacık yaşamına üç oyun, bir öykü bir de bilimsel yapıt sığdırmayı başarmış, sözün kısası insanlığın öncülerden biri.

Onu daha çok tiyatro yazınındaki konumundan, süreğenlikle sahnelenen oyunlarından ötürü tanıyor sanat kamuoyu. Bizde de aralıklarla bir Büchner oyunu çıkabiliyor seyirci karşısına. Nitekim 2017-18 tiyatro mevsiminde bu kez de Haluk Bilginer’in sanat yönetmenliğindeki Oyun Atölyesi, bir Büchner oyunuyla buluşturdu seyirciyi: Woyzeck. Haluk Bilginer çevirisiyle sunulan, yazarın bizde en sık sahnelenen oyunu olarak Woyzeck’in yönetmeni ise Muharrem Özcan. Fırsat bulabilenlerin kaçırmaması gereken bir oyun bu, unutmadan eklemiş olalım şuracıkta.

Dünya tiyatrosuna katkıları, bunu perçinleyen örnekler olarak oyunları öyle çok öne çıkıyor ki Büchner’in, belki de bu nedenle, kaleme aldığı bu tek öyküye gereken ilgiyi gösterebildiğini söylemek çok güç görünüyor yazın kamuoyumuzun, dolaşıma çıkamayışını bunun, başka nasıl yorumlarız, bilemiyorum. Bu demek değil ki Büchner’e ilgi gösteren yok. Örnekse Hasan Kuruyazıcı, Şârâ Sayın, özellikle konu olarak öne aldığımız “Lenz” öyküsü üzerine kapsamlı, ayrıntılı çalışma yapan Ersel Kayaoğlu adlarını anmamak, doğrusu apaçık haksızlık olur…

Büchner, Leonce ile Lena’nın dışında öteki iki oyunu Danton’un Ölümü ve Woyzeck’te olduğu gibi “Lenz” öyküsünde de gerçek yaşamdaki kimi olgusal verilerle oluntuları taşıyıp öyle kuruyor anlatısını. “Lenz” öyküsünde geçen Lenz karakteri, dönemin ünlü bir yazarıdır.

Büchner, söz konusu olgusal öğelerin dönüştürüme uğratılmasında ortaya koyduğu ciddi örnekçeyle yazın tarihinin önemli adlarından biri konumuna yükselmeyi de başarıyor ayrıca. Öyle ki “belgesel” olarak nitelenebilecek bölümcelerle örüntülendirilip yapılandırıldığı dile getirilebilir metnin. Özellikle öykü evreninin oturtulduğu coğrafya, kişiler, yaşananlara neredeyse birebir yer verişi öykünün böyle bir nitelemeyi hak ettiğini düşündürtüyor insana.

Hasan Kuruyazıcı, “Büchner, Yaşamı ve Yapıtları Üstüne” başlıklı sunuş metninde öyküsünün yayımlandığını bile göremeyen Büchner için şöyle diyor (“Lenz”, Büchner’in ölümü sonrasında 1839’da yayımlanıyor.):

“Büchner’in yirmi dört yıllık kısacık yaşamının son üç yılına sığdırdığı tüm ürünlere, topu topu bir öyküyle üç oyuna bir göz atınca, erken ölümünün dünya yazını için gerçek bir kayıp olduğunu düşünmemek elde değildir.”

Kuruyazıcı, bu sözleri Georg Büchner’in Bütün Oyunları ve Lenz adlı yapıtın girişinde kaleme getirdiği sunusunda söylüyor. Alıntıları, Aziz Çalışlar, Adalet Cimcoz, Hasan Kuruyazıcı imzasını taşıyan bu çeviriden aktarıyorum. (Bak.: Adam Yayıncılık, 1982, s.21)

Önce bu öyküden yine Kuruyazıcı’nın dile getirişiyle Lenz’i (1751-1792), yaşamdaki yeriyle tanımaya çalışalım:

“Sonradan Alman yazınındaki ‘Sturm und Drang’ (‘Coşkunluk’) akımının en önde gelen yazarlarından biri olacak Jacob Michael Reinhold Lenz”, “öteden beri hayal oyunları yapmaktan, kafasında bazı şeyler canlandırıp bunlarla oynamaktan hoşlanıyordu, ama bu oyunları bazen gerçek saydığı oluyor, onlar üzerindeki denetimi kaybediyordu. Böylece 1776’da ilk delilik nöbetleri gelmeye başladı. Onu evlerine alıp bakan dostları, hastalığı artınca Alsas’da bir köyde yaşayan ünlü din bilgini Oberlin’in yanına yolladılar. Kır havasının ve Oberlin’le birlikte olmanın ona iyi geleceğini düşünmüşlerdi. Ama nöbetler gittikçe çoğaldı, sonunda Oberlin de Lenz’i Strassburg’a göndermek zorunda kaldı. Arada sırada kendine gelmesine karşın Lenz’in hastalığı gittikçe ilerliyordu. 1781’de Petersburg üzerinden Moskova’ya gitti. Dil öğretmeni olarak yaşamını sürdürmeye çalıştı. Sağlığı gittikçe daha bozuldu. Son günlerinde dilencilik bile yaptı. 1792’de bir gece Moskova’da bir sokakta ölü olarak bulundu.”

Bu alıntının ardından Kuruyazıcı’dan şu satırları da aktarmayı gerekli görüyorum:

“Lenz’in yapıtları ilk kez 1828’de topluca yayımlandı. Devrimci tutumu ve ne Goethe, ne de Herder’de bulunmayan toplumsal eleştirici yanıyla Lenz gibi bir yazarın Büchner’in ilgisini çekmemesi olanaksızdı. Büchner üstelik Strassburg’da iken yaşlı dostlarından bu yarı deli dahinin orada geçirdiği günleri de dinlemişti. Öte yandan Oberlin günlüğünde, Lenz’in kendi yanında kaldığı günleri ayrıntılı olarak anlatmış, Oberlin’in ölümünden on yıl sonra da Büchner bu günlüğü okumuştu. Lenz’i konu alan bir öykü yazmayı kararlaştırınca Oberlin’in günlüğünü de değerlendirdi. Öyküde Lenz ve hastalığıyla ilgili pek çok ayrıntıyı Oberlin’in günlüğünden almıştır. Doğa tanımlamalarında ise, çok yakından tanıdığı Alsas dağlarını, ovalarını, kırlarını anlatmıştır.”

Gelin bir yargı bağlamında Kuruyazıcı’dan şu satırları da paylaşalım:

“Büchner’in yazdığı bu tek öykü bugün yalnız bir yazın ürünü olarak değerlendirilmekle kalmamaktadır. Yazın tarihçileri ‘Lenz’i gerçekçiliğin ilk izlerini taşıyan bir belge olarak selamlarken, ruhbilimciler de onu bir insanın, günümüzde adına şizofreni denilen ruh hastalığına nasıl tutulduğunu ta ilk nöbetlerinden başlayarak ayrıntılarıyla canlandıran, dahice yazılmış bilimsel bir rapor olarak almaktadırlar.” (ss. 14, 15)

Büchner’in “Lenz” öyküsünden içeri girmenin zamanı geldi.

Ama yazıyı uzatmak yerine, konuyu komşu başlık “Yaratıcı Yazarlık” altında geliştirmeyi sürdürelim…

Çünkü bu, Georg Büchner’in yaratıcılığa yolculuk serüveni artık…