SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ‘BUGÜNÜN YENİ YAZARI’NDAN ‘YARININ KLASİĞİ’NE;

“BUGÜNÜN YENİ YAZARI”NDAN “YARININ KLASİĞİ”NE…

M.Sadık Aslankara
(01.10.2020 YAZISIDIR.)

İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen, 2020-21 tiyatro mevsimi dağarına dönük konuşmasının bir yerinde şöyle söylemiş:

“… Bugünün yeni yazarları yarının klasikleri olabilirler. Genç yazarların elinden tutmazsak yarın onların klasik olacağının sözünü veremeyiz.” (Öznur Oğraş Çolak, Cumhuriyet, 22.9.2020)

Bir yanıyla doğru elbette yukarıdaki dile getiriş, ancak kendi payıma bu söze bütün bütüne katıldığımı da söyleyemem doğrusu.

Neden?

Her yeni yazar, “yeni” değildir de ondan. İlk ürünlerini veren yazarların tümü de “yeni”dir elbette, ancak bunlara “doğum yenisi” demek zorundayız. Gerek özsel gerek biçemsel herhangi yenilik getirmeyen hiçbir yazara “doğum yeniliği” dışında bu bağlamda bir “yenilik” yakıştırılamaz çünkü, böyle bir nitelik yüklenemez, gerçeği yansıtmaz bu.

Şu da var; her yeni yazar, “doğum yenisi” olsa bile, kuşku yok ki “klasik” olmaya, bütün zamanlarda anılmaya değer bir kimlikle işe koyulur, en azından potansiyel olarak. Nitekim ilk yapıtıyla değil sonraki bir yapıtıyla “yazın yenisi” olmayı başaran da az değil zaten.

Bir tiyatrocu söylediğine göre bunu, oradan kalkarak yürüyelim.

Örneğin Haldun Taner, ilk öbek oyunlarında birer “doğum yenisi”dir genelde. Öykücülüğümüzde bir yıldız olarak çoktan parlamaya koyulmuştur ama, tiyatroda yükselişi Fazilet Eczanesi’yle (1960) başlamıştır denebilir. Ne zaman Keşanlı Ali Destanı’na (1964) gelir, birden “tiyatro yenisi”ne dönüşür oyun yazarı olarak, ardı sıra gelen oyunlarıyla da bu “yeni yazar”lığını iyiden iyiye pekiştirir, sonuçta tiyatromuzun “klasik yazarı” olarak anılmayı hak eder artık.

Oysa aynı Haldun Taner, henüz otuzlarındayken, kırklarını sürerken verimlediği ilk oyunlarında tiyatromuzda daha çok bir “doğum yenisi” olarak yer aldığı görüntüsü verir. Öyküde ise yolunu çoktan doğrultmuş bir yazardır o. Nitekim sonradan oyunlarına da taşıdığı görülür öykülerindeki kimi taze havaları. Diyeceğim öyküde pişmiş, oyun yazarlığını yeniden örse yatırmıştır.

Bu ilk döneminde küstürülseydi eğer, Haldun Taner Türk tiyatrosunda yazar, kuramcı, eylemci olarak “efsane ad” konumuna ulaşmayı başarabilir miydi dersiniz? Kaldı ki büyük usta, sonradan tiyatro biliminde de örnek bir gelişim seyriyle tiyatromuzun kilometre taşlarından biri olmayı başarmıştır. O halde Mehmet Ergen, bir başka yanıyla çok haklı demek ki; bu tek örnek bile doğruluyor onu.

Demek ki oyunlarının sahnelenmesi, seyirciyle buluşması, önünü açmıştır Haldun Taner’in. Bu ilk oyunları sahiplenilmeseydi eğer, bugünkü Haldun Taner’le tanışabilir miydik dersiniz acaba?

Bu yaklaşımı, edebiyat türleri arasında olduğu kadar bütün sanat dalları bağlamında da koruyup “doğum yeni”si her yazar adayına potansiyel bir “yeni” gözüyle bakılabilir pekâlâ, hatta bakılması zorunlu.

Şair, oyun yazarı Necati Cumalı’nın bir şiiri var, “Kısmeti Kapalı Gençlik” adını taşıyor. Genç yazarları, sanatçıları, adayları kısmeti kapalı gençler olarak almamak gerekiyor. Kendilerine gerekli süre verilip şans tanınmadan önleri kesinlikle tıkanmamalı.

Ne var ki ülkemizde değil yalnız, tüm dünyada “yazınsal yeni”nin hemen algılanması, hele hele geniş toplum kesimleri tarafından bir anda kabullenmesi kolay değil günümüzde. Popüler yaşama biçiminin iyiden iyiye egemen hale geldiği böyle bir dönemde, halka dalkavukluk yapan kimi adların bir biçimde ille “yeni”ymiş gibi sunulmaya çalışıldığı, ilk ağızda kendilerini ele vermeyen, kapalı duran, görece anlaşılmaz denilerek sırt dönülenlere yakınlık duyulmadığı biliniyor.

Bunu tersine çevirmek için tek başına gençlerin önünü açmak yetmez, insanların da enikonu eğitimden geçirilmesi gerekir.

Sonuçta yaşamda sanata bir yer açılmış olsun, gençlerin kısmeti, şansı hep açık kalsın!

Yazarı, yönetmeni, oyuncusu, yapımcısı, sahne gerisi emekçileriyle yeni bir tiyatro mevsimine girerken gençlerle, amatörlerle el birliği içinde PERDE!