SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; CEHALETİNİN BİLİNCİNDE OLMAK;

“CEHALETİNİN BİLİNCİNDE” OLMAK…

M.Sadık Aslankara
(31.12.2020 YAZISIDIR.)

Alberto Manguel’in Kütüphanemi Toplarken (Çev.: Yeşim Seber; YKY, 2020) adlı  nefis deneme kitabını okurken şu satırlarda durdum:

“… [K]itaplarımı kutularından çıkardığım sırada boş kütüphane bedeninden ayrılmış sözcüklerle ve bir zamanlar tanıdığım ve bana İskenderiye’den daha geniş kütüphanelerde yol göstermiş olan insanların hayaletleriyle dolmaya başladı. Kitapları kutulardan çıkarma işlemi aynı zamanda daha genç benliğimin farklı dönemlerine ait imgeleri de gözümün önüne getirdi: Dertsiz tasasız, cesur, tutkulu, tek başına, kibirli, her şeyi bilen; hayalleri yıkılmış, şaşkına dönmüş, bir nebze korkmuş, yalnız ve cehaletinin bilincinde.” (32)

Kitaplarıyla kütüphanesi karşısına geçen, bunları gözden geçirip arkasına yaslanan birinin yaşam dökümü havasında içtenlikli tutumla, belki yer yer içli kendisiyle söyleşiye girmesi olağan elbette. Gerçekten de tüm yaşamının soyutlanmış dönüşümü sayılabilecek böyle bir kütüphane karşısında hangi entelektüel, bir biçimde Manguel’le örtüşecek duyguyla sarsılmaz, bu yönde muhasebeye girişmez ki?

Bu yanını düşünüyor değilim elbette işin, üzerinde durmak istediğim konu, yazının başlığına da taşıdığım sorunsala yönelmek.

“Cehaletinin bilincinde olmak” diyor ya Manguel, bu kavram, çok katmanlılıkla örülü o kadar derin bir zihinsel açılım getiriyor ki önümüze, işte bunun üzerinde nice durulsa yeridir. Bu nedenle, baksanıza, iki çift laf çakıştırmaktan kendimi alamıyorum ben de.

Şöyle girelim konuya… “Cehaletin bilinci” olur mu, doğru bir deyiş örneği midir bu? Doğru denemez, çünkü “cehalet bilinci” türünde bir deyiş altında anlamsal ağ kuramazsınız, düşünsel örüntü oluşturamazsınız, olanaksızdır bu. Öyle ya, cehalet bir bilmeme hali olarak bilinçle ilişkilendirilemez, ne var ki kişi “cehaletinin bilinci”ne varabilir pekâlâ.

Kişinin, “cehaletinin bilincinde” olması ne anlama gelir peki?

Cahillik, bilgisizlik olarak alınırsa eğer bunun bilincinde olmak, cahilliğin ortadan kalkması anlamına geleceğinden çelişik bir durum çıkar ortaya. O halde genel anlamıyla cahilliğin bilincinde olunamaz, ama kişi, kendi cahilliğinin içinde bunu yaşaya yaşaya bilincine de varabilir.

Hatta bu durumda, bir erdeme dönüşebilir cehaletinin bilincine varmış olmak. Çünkü burada söz konusu edilecek olan artık “aydınlanma anı”dır, yaşanan cahillik karşısında birdenbire yaşanan uyanıştır. Buradaki birdenbirelik sözün gelişi elbet, çünkü süreç içinde bu düzeye ancak yaşama deneyimleriyle geçecektir kişi. Cehaletinin bilincine varan kişiye gelince, aslında somut olarak aydınlanma anı yaşar birey, özeti budur işin.

Bu, aklın, kör inançtan kurtulması, dogmadan, tabudan sıyrılması anlamına gelir. İnsanın aklı, asıl yerine geçmiş, cehaletin birer kemendi gibi alınabilecek kör inancı, dogmayı, tabuyu saf dışı bırakmıştır artık. Kant’ın sözünü ettiği “aydınlanma anı” da budur zaten.

Sokrates’ten toparlanıp orta malına dönüşmüş biçimiyle, “Bir şey biliyorum, o da bir şey bilmediğim,” sözü, “cehaletinin bilincinde” olmanın tam karşılığı gibi alınabilir bu bağlamda.

Anılan her iki söz öbeği de, bir aydın, entelektüel için, ötesinde aklıselim sahibi okuryazar için tek ölçüttür. Kişinin kendini bilmesi anlamına gelir.

Özetle söylersek, cehaletinin bilincinde olmak, herhangi alanda bilgisi olmadığını bilmek de bir tür bilgi çeşididir, böyle bir bilgi edinmekse erdemdir olsa olsa.

Yeni yılda tüm insanlığa, Alberto Manguel’in deyişiyle “cehaletinin bilincine” varmasını, “cehaletinin bilincinde” olmasını diliyorum.