SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÇEVRİMİÇİ TİYATRO, ATÖLYE…

ÇEVRİMİÇİ TİYATRO, ATÖLYE…

M.Sadık Aslankara
(10.6.2021 YAZISIDIR.)

Koronavirüs salgınında kendimizin evlere kapanması yetmedi, ayırdına varmadan bizler de kalktık, tüm sanat etkinliklerini kapı ardına tıktık neredeyse.  Böylelikle sanatın toplumla arasındaki bağlarına da bir bakıma kendimiz düğüm atmış olduk. Çünkü sanat alanında çalışan, karnını doyuran sanat emekçilerinin yaşam koşullarını düşünemediğimizi gösterdik, en azından başlangıçta. Sonuçta farklı bir deneyim sürecinden geçtik toplumca. Bir savaşta sanatın durumu ne olur, eğitim-öğretim nasıl sürdürülür, denebilir ki ilk kez bunlarla yüzleşme fırsatı bulduk sonuçta.

Ne ki kısa sürede su yüzüne çıktı olgu, önce hafiften, sonra bütün cephelerde iyiden iyiye gösterdi kendini, derken bunun yol açtığı, neden olduğu trajik durum bütün gerçekliğiyle gözler önüne serildi. Tiyatro toplulukları battı, müzisyenler intihar etti, yazarlar yayıncı bulamadı, ressamlar sergi açamaz oldu, kısaca denebilir ki salgın sürecinde sanatçılar, virüsten değil ama ilgisizlikten, terk edilmişlikten öldü önce. Sonuçta virüs hazretleri aracılığıyla tüm sanat alanlarının üzerine âdeta ölü toprağı serpildi deyiş yerindeyse.

Sanatın üreticisi, alımlayıcısı olan insanların, kapanması, sanatın da kapanmasına yol açtı çünkü. Bu dönem yaşananlar, görece faşizm benzeri terör estirdi sanat ortamlarında, devlet de buna ilgisiz kalınca koyu mu koyu bir karanlık baş gösterdi diyebiliriz pekâlâ.

Kapalı kapılar ardında kalmaya hüküm giymiş insanla aynı şekilde eli kolu bağlanmış sanatı bir yolla buluşturmak olasıydı yine de. “Çevrimiçi”, can simidi halinde önlerine geldi sanat emekçilerinin, işlerini kaldığı yerden sürdürebilme umudu filizlendi içlerinde yeniden, en azından bir bölümünde. Sanatın alımlayıcıları da ilgisiz kalmadı çevrimiçi etkinliklere, hatta alabildiğine destek verdiler kapandıkları yerden. Ama bu yolla yapılan sanatın kendisi de tartışıldı ister istemez.

Yalnız tiyatro bilimcileri ve yazarları değil, tiyatronun sahne üstü, sahne arkası emekçileriyle hiç kuşkusuz seyircileri de biliyordu çevrimiçi tiyatro olamayacağını. Oyuncuyla seyircinin olmadığı yerde bir tiyatro yapılamayacağı konusunda herkes aynı görüşteydi, peki ama susacak mıydı tiyatro?

Başlangıçta kendi payıma ben de buna karşı çıkmış, hatta karşı görüşümü bir videoyla sitemde paylaşmıştım. Üzerinden çok geçmedi, durdum, oturup düşündüm. Oyuncu dediğimiz insan karnını nasıl doyuracaktı, salon kiraları nasıl ödenecekti, öteki emekçiler, aileleri ne yiyip içeceklerdi? Hayır, dedim, bu dönemde tiyatro böyle yapılacak demektir; yeter ki kararlı davranılsın, savaşta sığınakta, faşizmde yeraltında tiyatro yapılmaz mı? Yeter ki tiyatro sürsün.

Sonra baktım yazarlık atölyeleri de aynı şekilde çevrimiçi yapılmaya başlandı. Elbet bu atölyelerin yürütücüleriyle katılımcıları da biliyordu, yaptıkları işin bir laboratuvar çalışması olması gerektiğini. Öyle ya birebir stüdyo ortaklığı, işlik üretimi, buna dönük coşku olmasa yapılanlar, atölye çalışması bağlamında alınabilir mi?

Nitekim o sıralar bana da çok ısrar edildi, yürüttüğüm atölye çalışmalarını çevrimiçi sürdürmem konusunda. Ancak ben, bu yönde gelen önerilerin hiçbirine olumlu yanıt vermedim. Elbet nedeni vardı bunun. Çünkü ben farklı bir yöntemle yürütüyordum atölyemi.

Ne ki, farklı türde sıkışıklıkların yaşandığı böyle bir dönemde tiyatro nasıl çevrimiçi yolla soluk almaya çalışmışsa, pek çok yazar arkadaşımın, “çevrimiçi atölye” yapmasına da olağan gözle baktım, yaklaştım. Hiçbir sözüm olamayacağı da bilinsin isterim kendilerine, çünkü ağır koşulların herkesi baskıladığı bir dönemden geçilirken insanların bu yönde ortaya koyduğu iradeye, kararlılığa ve sanatsal etkinlikleri bir biçimde sürdürme inatlarına söz edilebilir mi hiç?

Atölye çalışmalarımdaki farklı yöntemin ne olduğuna girecek değilim. Çok uzun zamandan bu yana ülkenin farklı yerlerinde farklı başlıklarla gerçekleştirdiğim atölyelerde bu yöntemin, getirdiğim kuramsal-eylemsel açılımların neler olduğu sitemizin farklı bölümlerindeki yazılarımda, kabaca da olsa ayrıntılarıyla yer alıyor zaten.

Bu nedenle yürüttüğüm çalışmanın benzerlerine rastlanmayacağını söyleyebilirim gönül rahatlığıyla.

Ancak geçenlerde dikkatimi çekti. Adımın yer aldığı bütün haberler, yazılar, görseller vb. Google tarafından hemen bana da aktarıldığından görebildim.

Gül Parlak’ın gerçekleştirdiği bir söyleşide Adalet Temürtürkan, “2018 yılında M.Sadık Aslankara ve Süreyya Köle’nin birlikte yürüttüğü Geliştirilmiş Yazarlık Atölyesi’ne katıldım,” diyor. (Yeni Adana; 4.5.2021)

Şaşırdım, çünkü atölye çalışmalarımın her birinde, katılımcıları da dikkate alıp farklı temelde özgün birer değişke olarak gerçekleştiriyorum bunları.

Çalışma yöntemim salt “yaratıcı drama”ya yaslanıyor değil. Bu bağlamda “yaratıcı dramayla yaratıcı yazarlık” başlığı altında sıralanabilecek yayınlara bakılarak, atölyelerimi bu yayınlardan kalkarak, bunlardan yararlanarak yaptığım sanılmasın.

Adalet Temürtürkan’ın bunu bilmiyor olmasına şaşırdım.

Üstelik öykücülerin belleği sıkı olmak zorunda. Atölyelerimde işlediğim ilk bilgilerden biri de bu.