SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; EDEBİYATIN KADINI, KADININ EDEBİYATI

EDEBİYATIN KADINI, KADININ EDEBİYATI…

M.Sadık Aslankara
(24.6.2021 YAZISIDIR.)

Kadın yazarlarımız üzerine kalem oynatmalarım bir değil birkaç kitabı dolduracak boyutta diyebilirim. Gerçekten bugüne dek özellikle kadınlarla genç yazarlarımıza özel yer açtığım görülmüyor olamaz yazılarımda.

Bu yazı da onlara eklemleniyor elbette, ne var ki farklı bir köşesinden yaklaşayım istiyorum bu kez konuya.

Kadınla yazının, yazı derken metnin, anlatının ilişkisi, anaerkil dönemde “ana tanrıça” yüklemesiyle başladı, gölgesine erkeğin sığındığı bir yüce varlığa şükür ve tapınım ifadeleri / ritüelleri halinde söylenle, masalla karışarak sürdü.

Kadın varlık, mitolojik çağların anlatılarında görece daha özgürdü kuşkusuz. Çoklu tanrı kavrayışı, kadını, ardılı olduğu tanrılarca ister istemez güçlendirmiş, kadın, sahip olduğu iradeyle, erkle donanmıştı bir bakıma.

Oysa daha sonra gelen semavi dinler erkek egemen bakışa yaslanıyor, sonuçta kadın varlık alabildiğine etkisizleştiriliyor, sonuçta metne dışarıdan katılan bir öğe olmaktan kurtulamıyordu.

Kadın varlığın iç doğasıyla örtüşen ilkçağ metninde yani o müthiş Sappho çağında kendisini olduğu gibi ortaya koyabildiği biliniyor. Sonrasında zaten din-dışı laik çobanıl yaşam sona erecek, derken ilkçağın köleci düzeni ardından ortaya çıkan feodal toplumla devlet, din, hukuk, aile, ahlak vb. kurumlar eşliğinde kadın varlık artık hepten “kapalı” konuma alınacaktı, bunları biliyoruz.

Kadın, sonraları yüzyıllarca neredeyse Rönesans’a, Aydınlanma çağına dek hep dıştan bakılan bir nesne varlık olarak kaldı denebilir kaba yaklaşımla.

Seçkin birkaç örnek dışında kadınlar bu çağlarda yalnız edebiyat yapmak için alan savaşımı vermekle kalmadı, yaptığı edebiyatla erkeklerin omuzlandığı roller üstlenmekten de geri durmadı. Nitekim bu dönem anlatılarında kadın yazarların mürebbi, ahlakçı tutumla konuya yaklaştığı, anlatımcı tutum sergilediği pek çok örnekte kendisini ortaya koyuyor.

Bu yaklaşım biçimi bir şablon tutumu olarak alınırsa, bizde de bunun farklı bir versiyon örneği, gecikmeyle tıpkı böyle gerçekleşmiştir denebilir pekâlâ. Gerçekten de batı tarzı edebiyatla birlikte bizde de önce erkeklerin, kadını bir anlatı nesnesi, bir dekor unsuru, anlatılan hikâyenin bir eksesuvarı olarak işleyip sergilediği açık biçimde görülebiliyor.

Laik, modern kadınlarımızın ortaya atıldığı, hatta örgütlendiği, kaleme sarılan kadınların dergilerde boy gösterdiği, gazetelere tefrikalar döşendiği, kitaplar yayımladığı ilk dönemde kendi fasit dairelerini genişletip gedikler açmak için çabaladı kadınlarımız, biliyoruz. O sıralarda Batıdaysa kadın varlık olarak kadın yazarlar, kendi öncülerini de aşıp geniş yelpazede artık alabildiğine açılım getirmeye koyulmuştu, biliyoruz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Halkevi ya da Köy Enstitüleri aracılığıyla önceki evrelerin görece ardılı konumunda sürdürülen yazarlık alıştırmalarının da bu bağlamda alınması gerekiyor.

Bu dönemler boyunca belirgin biçimde kendini gösteren, enikonu popüler edebiyat örneği verdikleri düşünülebilecek Nezihe Muhittin, Muazzez Tahsin, Kerime Nadir vb. kadın yazarların da enikonu bu tutumu sürdürmesiyle modern kadın yazarlarımızın kadın varlığa dayalı içeriden bakışım getirmesinin, doğrusu ya, yine 1950 Kuşağı öykücüleriyle başladığı söylenebilir bana göre.

Bu bağlamda özellikle 1950’ler çevreninde Nezihe Meriç, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Sevim Burak, Güner Ener vb. adlar anılabilir. Bu adlardır ki, edebiyattaki kadını, kadının edebiyatı yapmayı başarmışlardır bana göre.

1968 gençleri, hangi cephede yer almış olursa olsun yaptıkları edebiyata ideolojileri gözlüğünden baktıkları için kendilerinden beklenebilecek büyük çıkışı gerçekleştiremedikleri kanısındayım kendi payıma, hüzünle üzülerek, yazıklanarak söylüyorum bunu. Öyle ya, belki hiçbir kuşak onlar kadar toplumsal olanaklara sahip değildi, ama onlar yaptıkları edebiyatta devrimci gençlerin etkimesinden bir türlü kendilerini kurtaramadılar.

Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Selçuk Baran, Füruzan, Ayla Kutlu, Erendiz Atasü, Latife Tekin vb. yazarların ortaya çıkışı da zaten 68 fırtınası sonrasında 1970’lerden 80’lere ancak gerçekleşebilmiş, sonuçta yine de kadın yazar kavramına değgin yukarıda andığım ilk grup kadın yazar ardından yerli yerinde bir örnekçe ortaya koyabilmiştir.

Bundan sonrasında 1990’larla birlikte patlayan kadın yazarlar hareketine geliyoruz ki, 90’lardan 2000’lere, bugünlere uzanan bütünlükte bu kadın yazarların müthiş bir enerjiyle patladıklarını, edebiyatımızı da kucaklayıp ileriye taşıdıklarını söyleyebilirim gönülden.

Şu sıra masamdaki birkaç kitaptan hareketle okuma ve yazı notlarım arasında yuvarlamayla böyle bir genel çerçeve çıkarmaktan alamadım kendimi.

Gelin bu kitapların adlarını da anayım şimdilik.

Onur Bütün’ün Feminist Okumalar (NotaBene, 2021) adlı özgün yapıtı, Elda Abrevaya-Melis Tanık Sivri ikilisinin yayına hazırladığı Kadınlar Kadınları Analiz Ediyor (YKY Cogito, 2021), Pauline Harmange’den Erkeklerden Nefret Ediyorum (Çev.: Neslihan Elagöz, Can, 2021), nice önce yayımlanmış da olsa Cogito Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram  (YKY, 2011)…

Andığım yazarlarla yayınlarını salt bu yazıyla burada bırakacak değilim elbette. Geniş bir zamana yayılı olarak aralıklarla yaklaşımımı sürdüreceğim şimdiye dek olduğu gibi.