EDEBİYATTA TOPLULUKTAN OKULA…
M.Sadık Aslankara
(4.6.2020 YAZISIDIR.)
Edebiyatta bir kuşak içinde yer almayı isteyebilirsiniz ama siz istediğinizde değil, koşullarınız buna uyduğunda ancak o kuşak içinde anılabilirsiniz.
Sözgelimi o yıllardaki yaşınızı dikkate alıp “68 Kuşağı”ndan olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Kişi, yaşça zaman dilimi açısından gerçekten bu kuşak içinde kalabilir. Füruzan, 47’liler (1974) adlı romanı için, 68’lilerin büyük çoğunluğunun 1946-48 yılları arasında doğduğunu, bu nedenle romanına onların doğum ortalaması yılını ad olarak aldığını söylemişti. Ama Füruzan “47’liler” derken, bu tarihlerde dünyaya gelmiş gençleri kastetmiyordu kuşkusuz.
Çünkü “68’li olmak”, yaş eşiği dışında kişide farklı niteliklerin de bulunmasını gerektiriyor. Hele hem “68’li olmak” hem de “68 Kuşağı” üyesi olmak bizi tam anlamıyla özel bir değerler dizgesi içine çekiyor denebilir. Öyle ya, bir kavramla karşı karşıyayız artık. Biz bunun ayırdında olmasak da.
O yıllarda doğan herkes 60’larla 70’lerin delikanlılarıdır elbet, ancak kendilerini bu kuşak bireyi görebilmeleri için, “68 Kuşağı” üyelerinin, yaşamları boyunca savunduğu ilkelerin, değerlerin ardılı bir konum sergilemesi, bunu toplum içinde belirgin duruşla yansıtması beklenir kendilerinden.
Edebiyata geçelim. Yaşınız tuttu ya da farklı bir dönemde sanat anlayışlarını benimsediğiniz bu yazarlarla örtüştünüz diye 1950 Kuşağı üyelerinden biri konumunu yakıştırabilir misiniz kendinize? Kaldı ki zaman aralığını biraz geniş tuttuğumuzda bu dönem, İkinci Yeni’den Köy Enstitülülere, farklı dergi çevrelerine yayılan bir edebiyat silsilesi çağı olarak da alınabilir.
Yine aynı dönemde belirginleşen bir Anadolu Aydınlanmacıları topluluğu ya da “Anadolu Aydınlanması Okulu”ndan söz etmek de olanaklı. Bu da yine bir edebiyat mahfeli yoluyla başlamıştı belki ancak o yıllardan bugüne farklı eşiklerde farklı dallarla türlerden kimilerinin katılımıyla hâlâ varlığını koruduğu, ötesinde sürdürdüğü bile öne sürülebilir bu okulun.
Okula herkes katılabilir, yeter ki yazar söz konusu okul anlayışını yaşam örüntüsüne dönüştürsün, bununla da yetinmeyip bu alan değerleriyle örtüşen yapıtlar üretebilsin. Kanımca edebiyatımızdaki tek okul da zaten bu bana göre.
Anadolu Aydınlanmacıları, Atatürk’le Hasan Âli Yücel’in aynı adla anılan çizgisini izlemiş görünmekle birlikte özellikle iki farklı tutumla kendilerini belirgin kılıyor denebilir:
1.“Sosyalist hümanizma” olarak adlandırılabilecek bir dünya görüşünü benimsemek,
2.Anadolu’yu başlangıcından bugüne bütün halinde alıp günümüzde bunu Türkiye coğrafyasında yaşayan Anadolu halkının somutlayıp simgelediği görüşünü paylaşmak.
Bu çerçevede farklı alanlardan, farklı türlerle kökenden adların buluştuğu, bilim, sanat geniş bir yelpazede, denemeden eleştiriye, öyküden oyuna, şiire, resimden müziğe, folklöre, belgesele hemen her türde ürünle yayılıp alanda geniş etki yaratmayı başardılar.
Anadolu Aydınlanması Okulunun önde gelen temsilcileri şöyle sıralanabilir: Halikarnas Balıkçısı (1886-1973), Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973), Vedat Günyol (1911-2004), Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975), Orhan Burian (1914-1953), Azra Erhat (1915-1982), Mîna Urgan (1915-2000), Melih Cevdet Anday (1915-2002), Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978), Suat Taşer (1919-1982), Cavit Orhan Tütengil (1921-1979), Oktay Akbal (1923-2015), İsmet Zeki Eyüboğlu (1925-2003), Cengiz Bektaş (1934-2020), Şadan Gökovalı (1939) vb.
Bu okulun yukarıdaki yazar adlarıyla sınırlı kalmadığı unutulmamalı. Gerçekten de somut etkilenmeler, yakın-uzak bağlantılar dikkate alındığında çekirdek olarak alınabilecek bu imzalara daha pek çok ad eklemek olanaklı. Nitekim Köy Enstitüsü çıkışlılar da başlangıçta bu grupla yakın ilişki-etkilenme yaşasa da sonraları Anadolu Aydınlanması Okulu bünyesinde topluca yer aldıkları düşünülemez. Buna göre geniş açılımla çevreye doğru farklı zamanlarda farklı adların da katılımıyla halka genişleyebilir ya da giderek etkisini yitirip sönebilir anlamı çıkar bundan.
Oysa kuşak, topluluk, sınırlı bir zaman üzerinde yükseleceğinden başlangıçla bitiş arasında kendisini dondurur, sözgelimi 1950 Kuşağı öykücüleri bir ardıl kuşak yaratabilir, nitekim 1990 Kuşağı edebiyatına bu gözle bakmak olanaklıdır ama “1950 Kuşağı”nın, yaşamını artık salt edebiyat tarihinde sürdüreceği açık. Aynı şekilde 1960’lardan 12 Eylül 1980’e uzanan süreçte edebiyat ortamı, görece 1940 Toplumcu Gerçekçi Şairler Kuşağının etkisinde pek çok küçük topluluk tanımıştır ama “1940 Toplumcu Gerçekçi Şairler Kuşağı” artık salt edebiyat tarihimizde yaşıyor.
Dergi çevreleri, farklı edebiyat mahfilleri üzerinde varlık gösteren farklı muhitler de bu çevrelerde anılan adlarla birlikte kuşak olgusu için söylenebilecek genelleme içinde kalacaktır. Çünkü dergi çevreleri de yıllar içinde değişim geçirip farklı gruplar halinde görünebilir.
Burada örneği Anadolu Aydınlanmacıları okulunun kümelendiği Ufuklar’la Yeni Ufuklar dergilerinin uzun yaşamı boyunca farklı “çevreler”e yol açtığı söylenebilir. Bunu öteki önemli dergiler için söylemek de olanaklı. Dergi çevreleriyle toplulukların, özellikle gençlerin yaslanışı çerçevesinde bir dönemin modası haline gelip sonraları demode olarak algılanışı da buna eklenebilir.
Ne var ki okul, bu kavrayışı sürdüren yazarlar aracılığıyla alanda etkinliği süren bir güç odağı olarak kaldıkça varlığını da koruyacaktır kuşkusuz.
Anadolu Aydınlanması Okulunun günümüzde de varlığını koruduğu söylenebilir pekâlâ.
1990 Kuşağı edebiyatı üzerine farklı bakışlara dayalı sürdürdüğüm bu tartışmayı noktalamış değilim. Öteki haftalarda da sürdüreceğim tartışmayı.