SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; GENÇ-ERİŞKİN YAZARIN OKUMA YÖNELİMİ…

GENÇ-ERİŞKİN YAZARIN OKUMA YÖNELİMİ…

M.Sadık Aslankara
(21.4.2022 YAZISIDIR.)

Aralıklarla üzerinde durduğum konulardan biri de yazarların okuma eyleminde, ayırdına varmaksızın sergilediği kuşaklar arası tutum farklılığı. Kuşak kavramı, yazınsal kuşak olarak değil de yaş ortaklığı paydasında alınmalı bu arada.

Bana göre sağlıklı bir edebiyat, hadi diyelim sürdürülebilir nitelikte bir edebiyat etkinliği için gençlerle erişkin yazarların okuma eğilimi arasında ortaya çıkabilecek bu fark fazla açılmamalı, hatta bunun ötesinde sağlıklı bir oran, kuşaklar boyu korunabilmeli. Okur, sistemin etkisi altında, bu yönlendirmeyle çelişik tutumlar sergileyebilir, sonuçta kitle partilerine ya da ulusal çaptaki futbol takımlarına yönelişlerinde nasıl algıları üzerine yoğun bir bombardıman yaşıyorsa insanlar, bunu her alanda, elbette bu arada okunacak yazarlar, kitaplar konusunda da yaşıyor.

Ancak alanın üreticileri olarak yazarlar söz konusu algı yanılsaması içinde çalkantıya kapılıp bunun akıntısıyla sürüklenip boğulursa eğer, bu, o dilin bütün edebiyat etkinlikleri üzerinde de ağır hasar yaratabilir ne yazık ki.

Bunu biraz açayım; genç yazar kuşakları, diyelim kırk yaş altı yazarlar, kırk yaş üzeri kuşakların yazarlarından ne oranda kitap okuyor, bu olgu, okuma eylemlerinde nasıl bir eğri gösteriyor? Aynı şekilde erişkin yazar kuşakları, diyelim kırk yaş üzeri yazarlar, genç kuşak yazarlarından ne oranda kitap okuyor, bu olgu, okuma eylemlerinde grafik anlamında nasıl bir eğri çiziyor?

Sözgelimi genç kuşakla erişkin kuşak yazarları birbirlerinin yapıtlarına yönelik, diyelim yüzde on dolayında gezinen oranlarla bir ilgi gösteriyor, okuma düzeyleri böyle bir çizgide donuyorsa, gençler erişkinlerin, erişkinler gençlerin kitaplarına ancak yüzde on gibi düşük bir oranda ilgi gösteriyorsa o dildeki edebiyatın havuzlarındaki suyun giderek ağırlaşıp bulanacağı da kestirilebilir.

Doğal ki her kuşak kendi yaşdaşlarıyla veya kendi yaşlarına yakın kuşak bireyleriyle içlidışlı yaşar, zaten doğaya bakıldığında da bununla örtüşen genetik uzanımlar gözlenebilir pekâlâ. Kaldı ki bunun yanında kuşak bireylerindeki eylemin, birbirini değiştirip dönüştürerek ileriye doğru sürdüğü de gözlenecektir ayrıca. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten erginliğe, erginlikten yetişkinliğe geçişlerde aynı kuşak bireyi olmak, bir ortak payda üzerinde dayanışmayı, paylaşmayı getirecektir. Bu, aynı zamanda tüm kuşak bireylerini etkileyip yönlendirecek bir enerji akımına da yol açar kendiliğinden.

Demek ki kuşak ortaklığını biyolojik anlamda asla yabana atmamak gerektiği çok açık. Aynı kuşak bireylerinin birlikte olgunlaşma, gelişme süreci gözüyle de bakılabilir buna. Nitekim erkeklerin askerlikte aynı ya da yakın tarihte doğanların birlikte “tertip” edilmesi, gecikenlerin “bakaya” olarak anılması, kuşak yöneliminin ağırlığını ele veren bir ipucu hiç kuşkusuz.

Ne var ki canlıların biyolojik olarak kendi yaşdaşlarıyla birlikte olmasıyla bunun kültürel anlamda özdeşik yapıda bir birlikteliğe dönüşmesi birbirinden farklı sonuçlar üretebilir, bir donma, kültürel kast vb. türünde erozyona yol açabilir toplumsal yaşamda.

Biyolojik anlamda genç kuşak yazarlarının kendi akranlarını izleyip çağdaşlarıyla yaşdaşlarının verimlerine yönelmesi, onların yapıtlarını okuması, onlardan öne çıkanları örnek alması zaten olağan olduğu kadar gereklidir de aynı zamanda. Sorun bunun böyle yaşanması değil, gençlik yılları boyunca böyle sürüp gitmesi kuşkusuz. Yoksa genç yazar, kendi akranlarını izleyip bu yaşdaşları arasında parlamaya, kendisine yer bulmaya çalışacaktır kaçınılmaz biçimde. Bu yüzden de hep akranlarını okuyup, bir biçimde onlardan sıyrılarak kendi özgün biçimini, sesini bulmaya, kurmaya yönelmenin fırsatını yakalamaya çalışacaktır kaçınılmaz biçimde.

Sorun, genç yazarın erişkinliğe geçene dek bu katı anlayışını koruması durumunda, yetersiz beslenme nedeniyle erişkinliğe geçtiğinde bunun sıkıntısını yaşaması, bir türlü erişkinliğe erişememiş yazar halinde “prematüre” kalmış olmak biçiminde karşımıza çıkacaktır.

Ancak bunun tersi bir grafiğin de ortaya çıkması olasılığını düşünmek gerekiyor; diyelim kimi genç kuşak yazarları kendi kuşaklarından yazarları yüzde on dolayında bir oranla okuyor ama erişkin yazarları çok daha fazla bir oranla okuyor, bu da yanlış elbet.

Burada asıl önemli yan, genç-erişkin yazarların birbirlerinin havuzlarına sürekli taze su taşıyabilmesi, bu anlamda havuzlarını süreğen biçimde diri tutmanın yollarını bulması gerektiği olgusunun altını çizmek ısrarla. Böylelikle, bunun yazınsal alanın sağlıklı gelişimi açısından da zorunluluk bağlamında alınması gerektiği gerçeğiyle karılaşıyoruz demektir bu.

Elbette her yazar, kendi çağdaşlarının, kuşaklarının yazarlarını, onların yapıtlarını okumaya öncelik verecektir, bundan kuşku duyulabilir mi? Okuduklarının yarısından çoğunu grup içindeki yazarlara ayırması doğaldır, olağandır, ancak bunların dışında kalan yazarların oranı kapının arkasını gösteren bir cılızlıkta kalmamalı yine de.

Önemli olan dengeli beslenmek, çeşitliliği gözetmek, kendi sularının ağırlaşıp kirlenmesini önlemek, üstelik bunu sürekli denetlemek.

Yazarlar, o dildeki edebiyata karşı bir borç bağlamında almak zorunda olduklarını asla unutmamalı bu gerçekliği.