İkonlu Yaşam…
M.Sadık Aslankara
(7.12.2017 YAZISIDIR.)
Yazınsal yaratıda masal söylen türlerinin birer katman bağlamında önemli role sahip olduğunu biliyoruz. Şamanik yazınsal metin anlamında masallar, mitolojik hikâyeler, aslında bizim gerçeküstüne, soyuta, saçmaya dayalı rüyalarla, hayallerle bezeli uydurma, kurma, anlatma sanatımızın ilkel, nahif biçimi halinde süslemelerimiz kuşkusuz aynı zamanda.
Ama bütün bunlar, bizim doğa, toplum karşısında kendimizi sınama alanı, ocağımız olarak da tüm sanat edimlerinde önemli rol oynuyor. Nitekim edebiyattan tiyatroya, müzikten resme, yontuya, sinemaya bütün sanat alanlarına yayılıp buraları kuşatan bir büyüsel çekim döngüsü de yaratıyor beri yandan.
Hele bunların, erken çağlardan başlayan bir iştahla her insanın yaşamına katıldığı göz önüne alınırsa, âdeta insanoğlunun böyle bir büyüyle yola çıktığı, bunlar olmadan yolculuğunu sürdüremediği gerçeği de enikonu belirgin bir biçimde önümüze geliyor demektir.
Reddedilemeyecek bir çekim gücü, insanı yerine mıhlayan bir büyü; böyle de denebilir bunun için. Biçimlendirmesi bir yana âdeta tüm yaşamımızı denetimi altına alıp sonuna dek bizi güttüğü de görülmüyor değil bu olgunun. Bütün becerilerimizi, deneyimlerle öğrenmelerimizi, yönelişimiz doğrultusunda kendimizi geliştirmeyi…
Sonsuzluktan, ölümsüzlükten beslenen özlem var ya; bunun gerisine düşmek neredeyse olanaksız artık. İşte bütün bunların simgelendiği bir halkayla çevriliyiz yaşamda.
Bizi kuşatan ağlar bunlar; baskın biçimde, üstelik uluslararası ölçekte güçlü mü güçlü dayatıyor. Ne var ki bu markaların yanına bizler kendi ikonlarımızı yerleştirmekte gecikmiyoruz hiçbir zaman. Kendimizi var etmenin biricik yolu bu çünkü. Birey olarak kendimizde, yakınlarımızda, ortamlarımızda, yeme içmemizden üst başa, barınmadan korunmaya, geleceğe dönük tasarımlara hep bunun yönlendirmesindeyiz. Çünkü kendimizi yaratıp ortaya koymanın, varoluşu sürdürmenin tek yolu olarak bu kalıyor geriye.
Gerçekten kendimizi var etmenin tek biçimi var, o da sanat yapmak; bunu başarmak, kendi ikonlarımızı ayağa kaldırıp bu kurgu içinde kendi varlığımızı sürdürebilmek. Tanrıcılık oynamanın da biricik yolu bu! Çünkü her insan, bir yere geldiğinde bu oyunu oynuyor kaçınılmaz biçimde.
Çıkıyor kendisini sınırlandıran markaların dışına, İlkçağ çobanlarının peşine takılarak dağlara yürüyor, denizleri yarıyor, ormanlarda uçuyor, sonuçta kendi yolunu buluyor bir biçimde.
Bir yer var, insanoğlu işte orada kendi bağımsızlığını, görece Tanrılığını ilan etmekten geri durmuyor. Bu hep böyle! Kişinin kendisini var etmesinin bir başka yolu yok çünkü. Bunun dışında kalanlar var etme değil boyun eğme, göze alma değil göze girme, baş kaldırma değil baş eğme, konuşma değil susma! Ama bunlar söz konusu markaların aracısı olmak anlamına geliyor yalnızca. Sonuçta ise kendi ikonlarını dikememek bağımsızlığını ilan edememek bir türlü, omurgasızlığa talim etmek ömür boyu.
Bu yüzden sanat yapmanız gerekiyor. Kendi ikonlarınızı kurmadan bunu başarmanız olanaksız çünkü. İkonlarsa sanatta kurulabiliyor yalnızca. Bilimle felsefeden, sporla zanaattan farklı olarak kişinin kendi ikonlarını kurup oturtabileceği, yerleştirip geliştirebileceği, sonrasında kendini rahatlatabileceği tek alan sanat, unutulmamalı!
Bu da kendini dilde, anlatımda, biçemde, kurguda gösteriyor. Günümüzde sanatçı olmak için böylesi ikon yaratmaya girişenlerin ilkönce facebook, twitter, instagram vb. sanal dünyada kendini gerçekleştirmeye dönük çaba harcaması da fark edilmiyor değil. Ne yazık ki algı seçiciliği gösterdiklerini öne sürmek zor yine de insanların.
Ancak ilk kitaplarla kendilerini ortaya atan onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kelebeğin varlığı, ışığa koşan bu türde pervanelerin hiçbir çağda sona ermeyeceği gerçeğini bize göstermeyi sürdürdüğü de dile getirilebilir. Böylece bir çığ hareketi gözlenirken, yazar adaylarının bu doğrultuda kendi ikonlarını kurmaya yöneldiği öne sürülebilir pekâlâ!
Evet, o halde, hadi kendi ikonlarımızı kurmaya!