SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; KENDİ OKURUNU-YAZARINI ARAMANIN TRAJİK YALNIZLIĞI…

KENDİ OKURUNU-YAZARINI ARAMANIN TRAJİK YALNIZLIĞI…

M.Sadık Aslankara
(6.5.2021 YAZISIDIR.)

Yazarın da okurun da kendi belirlemeleri doğrultusunda arayışlarını sürdürdüğü bir etkinlik dizisi olarak alınabilir yazın yolculuğu. Önünde sonunda bir yolculuktur çünkü bu, üstelik başlangıçta yalnız başına çıkılmıştır, yeni bir yolculuğa dek yalnızlık içinde, hep yalnızlıkla sürdürülecek bir serüven olarak sona erdirilecektir çaresiz.

Hiç kuşku yok ki bu yolculukta aslında kişinin aradığı kendisidir, bunu kim yadsıyabilir? Kendine sorulsa yazar, kendince okumak isteyebileceği bin bir emekle bir anlatı (öykü, roman vb. kurmaca) kaleme aldığını, temel ilkelerde bu anlatıyla buluşabilecek okur aramaya çıktığını söyleyebilir ya da biz görece ona bunu söyletebiliriz. Buradan kalkarak okurun da, yazarın kafasındakilerle tamı tamına örtüşen yaklaşımla yazmayı isteyebileceği bir anlatı (öykü, roman vb. kurmaca) bulmak hayaliyle yola çıktığını öngörüp, kendi yazarını aramakta olduğundan söz edebiliriz pekâlâ.

Karşılıklı örtüşmenin rastlantısal bağlamda kolayca yaşanabileceği bu ilginç arayış serüveninde, herhangi yazarla okurun kabaca kendi okuma eylemleri içinde aynı metinde buluşmalarının önü açılabilir böylece. Bu olgu, okurun yazarla buluşma arzusuna dönük çabasıyla da örtüşür aynı zamanda.

Burada bir varsayım temelinde gerçekleşecek böylesi örtüşme, yazarla okuru, tek boyutlu bir açıya hapsediyor ister istemez. Oysa sanatın, elbette edebiyatın, kendi özgünlüğü içinde bu türde bir hendeseye sıkıştırılması olanaksız. Ancak söz konusu yazınsal yolculuğa çıkarken her ciddi arayış, bu türden karşılıklı bir buluşma olasılığını ille de ortadan kaldırmaz elbette.

Ne var ki genel anlamda yazarla okuru, kendi arayışları dışında buluşturmaya dönük böyle bir yaklaşımın “sistem” içinde, âdeta katalizör kullanılarak albenili kılındığı da bilinmiyor değil. Gerçekten belli bir program dâhilinde kitlelere bunun bu şekilde tanıtılıp pompalanması, insanların ayırdına varmadan bunlardan etkilenmesi, sonuçta yazarla okurun bu şekilde sistem tarafından bilinçli biçimde buluşturulması, örtüştürülmesi pekâlâ mümkün.

Nitekim aynı kuşağın, sözgelimi, son yıllarda üzerinde çokça durulan z kuşağının bireyleri, geniş kitleler, kadın-erkek olarak ya da milliyet, inanç vb. gerekçelerle aynı kategoride buluşturulabilecek bireyler buna dönük geniş etkilenme ağına açık hale gelebiliyor, sistem tarafından bu yönde işlenebiliyor. Sonuçta sistem, bir açıdan bu bireylere aynı yazarı buldurabiliyor, daha doğrusu kendiliğinden bulmuş havası yaşatabiliyor bu olguyu kişilere.

Oysa farklı okurlar, farklı yollardan aynı yazarı bulabilir elbette, nitekim edebiyat alanının entelektüel okurları, şaşmaz kararlılıkla aynı yazarda buluşabilir kolayca. Örneğin Bilge Karasu’yu bu bağlamda örnekleyebiliriz. Buna benzer daha başka yazarlarımız olduğunu da ekleyelim şuracıkta. Peki Bilge Karasu, sağlığında kendisinin kıldığı okurla nasıl buluşmuştu ya da kendi okurunu nasıl yaratabilmişti?

Herhangi yazarın tek bir yapıtla kendi okurunu seçtiği görülmemiş değildir. Onat Kutlar’ın İshak’ı (1959), Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’i (1975) örneklenebilir. Onların yaşarken yayımladıkları tek öykü kitapları da yine nitelikli okurun bu yapıtları, yazarları seçtiği, üstelik öteki okurlarla birlikte bunları kendinin kılması bir entelektüel rastlantısallık bağlamında alınabilir kuşkusuz. Buna benzer daha başka örnekler de gösterilebilir.

Bu öne sürüşün ardından şunu da vurgulamak gerekebilir; entelektüel edebiyat okuru andığım yazarları kendi yazarları kılarken, sistemin, yukarıda vurguladığım ölçüye dayalı olarak kitlelere bu yazarları önermesi olası mı peki? Diyelim bir kuşak bireyleri, bu yazarları topluca kendi yazarları kılmaya dönük herhangi ortak tutuma yönelebilir mi, sistem bu yönde başarılı olabilir mi?

Arama, elbette bir seçme eylemidir aynı zamanda. Birörnekleşmiş kitlesel okur yığınları da kimi zaman böylesi bir örtüşme sergileyebilir. Ancak bunun hiçbir zaman süreklilik taşımayacağı göz ardı edilmemeli.

Seçmeye gelindiğindeyse iş, apaçık eleştiriye girer artık. Bir okur, kendisinin kıldığı yazarı, evet, bir yolculukta arayıp bulur, bulma eylemi bir seçmedir kuşkusuz. O halde bir yazar da okurunu, bir okur da yazarını ancak eleştiri eyleminin sonucunda bulabilir.

Eleştiri eylemi birey için bir yalnızlık trajiğidir, oysa hiçbir kitlesel eylem yalnızlık içermez, çünkü yalnız birey kendi beyniyle buluşur, kitlesel insan varlığı başka beyinlerle.

Yukarıdan getirdiğimiz öne sürüşler sonrasında, yazarını bulmak amacıyla yola çıkan okurun arayışları ortadayken, sözüm ona trafik levhası benzeri yaklaşıma bağlı “şu” işaretiyle kendisine gösterilmiş bir yazarla özdeşleştirilip buluşturulan okur, böylesi herhangi arayış veya bulgu sergileyebilir mi?

Sistemin buna getirdiği tecimsel yaklaşımı da haftaya bırakalım.