Kendimizden Roman Kahramanı Yaratmak…
M.Sadık Aslankara
(20.9.2018 YAZISIDIR.)
Yaşamın bir evresinde hiç değilse bir kez olsun kendisini roman kahramanı gibi görmemiş, algılamamış biri var mıdır acaba?
Roman kahramanı olarak hayal ettiğimiz bu gizemli karakteri hadi şimdi etli canlı hale getirelim, roman kişisi olarak yeniden yapılandırmaya çalışalım. Bakalım kendimizden nasıl bir roman kahramanı çıkaracağız ortaya…
Düşündüğümüz roman kahramanı nasıl biri? Sorunun yanıtını ararken genişleterek alabiliriz bunu.
Hangimiz kendimizi bir roman kahramanı olarak görmemişizdir? Okuduğumuz romanın, öykünün, seyrettiğimiz oyunun, filmin, dizinin kahramanıyla özdeşlik kurmamışızdır? Ama bu hayalimizi yazmaya oturduğumuzda bizden roman kahramanı oluyor mu? Soruyu bir de şöyle düzenleyelim: Bizden, bir roman kahramanı mı olmuyor yoksa bunu biz mi beceremiyoruz?
O halde kendimizden herhangi roman kahramanı yaratma çabasıyla yazılı bir anlatıda kahramanı yaratmaya dönük girişimin birbirinden ayrı yapılar olduğu hep göz önünde tutulmalı. Neden? Çünkü kendi içimizde bir “roman kahramanı” olarak kendimizi duyumsamakla bunu yazıda yaratmak bambaşka eylemler. Burada sözlü anlatıların, söylenlerin, ritüellerin, masalların, destanların kahramanlarını ayrı tuttuğumu eklemeliyim.
Gerçekten de kendimizi roman kahramanı olarak duyumsayabiliriz. Bu, özdeşleyimi tetikleyecektir. Oysa roman, yapıca, özdeşleyim temelinde kaleme alınmaz. Böyle yaptığında yazarın kaleme aldığı metin, roman olmaz. Metnin roman olabilmesi için ilkönce apayrı bir dilde yapılandırılması gerekir çünkü.
Özdeşleyim dili gündelik, kullanmalık dildir, iletişime, duyumsatmaya yaslanır. Bu nedenle olguyu tanımayı, açıklamayı, bu konuda anlaşma sağlamayı olanaklı kılar. Oysa yazınsal dil, yapılıp kurulan dil olarak yaratıma, anlamlandırmaya temel oluşturur.
Ne var ki roman yazarı, kahramanını özdeşleyim diliyle yazmasa da okur, okuma eylemini buna dayanarak yapabilir. Böyle olduğunda bizde her erkeğin bir Fahriye Abla’sı, her kadının Behçet Necatigil adlı bir öğretmeni olabilir. Bu özdeşleyim bizi İnce Memed’le, Kuyucaklı Yusuf’la kol kolalığa götürebilir. Unutmayalım ki Werther’in canına kıyması, döneminde kimi okurların da canına kıymasına yol açmış.
Demek ki yine de en doğru tutum, özdeşleyim değil alımlama okurluğu niteliğini kazanmak. İşte o zaman Raskolnikov’u, Gregor Samsa’yı, Emma’yı, Bihter’i, Murtaza’yı hem anlamlandırma hem de yeniden yaratma olanağı buluruz.
Bu çerçevede karakter sözüne değgin iki ayrıntı paylaşmanın sırasıdır. Sözgelimi Newton, “Aa, elma düştü!” demiş olamaz, ona bu sözü biz yakıştırıyoruz. Newton olsa olsa, “Nesneler ½ gt² oranında düşer!” deyip bu formülü dillendirmiş olabilir. Sokrates, “Ben cahilim!” demiş olamaz, ama bunun yerine büyük olasılıkla, “Bir şey biliyorum, o da bir şey bilmediğim!” türünde bir söz etmiştir herhalde.
Fethi Naci’nin diliyle söylersek, eğer bir roman kahramanı yapacaksak kendimizden, bunun bir Macbeth, Hamlet olmasını sağlamalıyız. Peki, kendimizden bir Macbeth, Hamlet nasıl yaratacağız? Aynaya bakarak mı?
Dostoyevski, Kafka, Proust, Faulkner, Márquez, Yaşar Kemal, Orhan Kemal hep kendini yazdı, ama kitaplarının hiçbir yerinde kendileri yer almadılar. Bir mürekkep damlası olarak kendilerini kendi denizlerine saldılar, o kadar. Hani neresindeler yapıtlarının? Her yerinde.
Bu, bize şunu gösteriyor: Ustalık, yazarın, kendini herhangi roman kahramanında değil bütün roman kahramanlarında eritebilmesinde yatıyor. Bunu nasıl başaracağız?
Bir bebek düşünün; kendi dışındaki evreni, her nesneyi-özneyi uzantısı sanıyor. Yazar, roman kahramanını bebek gibi kendi uzantısı olarak alamaz, yaratamaz. Eğer kendimizden roman kahramanı yaratmak istiyorsak, bu karakter, biz olamayız demektir.
Kendimizden roman kahramanı yaratabilmenin öncelikli koşulunu söylemiştik: yazınsal dil. Bunun da iki önemli payandası var: 1.Soyutlayım, 2. Dönüştürüm.
Roman kahramanı olarak kendimizden kalkıp da bunu yepyeni bir tipolojik karaktere dönüştürerek ortaya koymayı nasıl başarırız? Soyutlayımla, dönüştürümle. Yani “Bir ben vardır bende, benden içeri,” diyerek.
Bütün bunların ardından kendimizden bir roman kahramanı yaratacaksak eğer, bu, artık bizim dışımızda, ama bizi de içinde taşıyabilecek biri olacaktır.
İpekböceği kurtçuğunu düşünün; dut yapraklarını yiyerek büyüyor, bir koza örüyor kendine, sonrasında koza içinde bir dönüşümle kelebek oluyor. Kozanın içinde mi kalsın dışına mı çıksın?
Roman kahramanı, bu kozanın içindekidir. Biz, onu, hiçbir zaman tanıyamayız. Onu anlamaya, alımlamaya çalışırız yalnız, o kadar. Evrenle ilişkisini anlamaya çabalarız. Bu kahramandan hareketle belki aramızda özdeşlik de kurulur. Ama asıl, bu roman kahramanları aracılığıyla bilimin, felsefenin yaptığının yanında etkileyici, çok daha doğrudan bir duygu-durum yaşarız. İnsanı, toplumu, evreni anlamanın anahtarını elde ederiz belki de.
O halde bir roman kahramanı, sizi gerçek bir kahramana dönüştürebilir.
Evet, şimdi dönüp aldığımız notlara bakabiliriz artık. Sıraladığımız özelliklerle kendimizden bir roman kahramanı yaratabilecek miyiz gerçekten?
Sanırım henüz başaramadık.
Roman kahramanı yaratabilmek için dönüyoruz masamıza.
Yeniden roman okumaya başlıyoruz.