Kışlada Tiyatro…
M.Sadık Aslankara
(22.3.2018 YAZISIDIR.)
Yürüyen merdivenler, tamam… Ama bu kadarla kalmıyor; iniyorsunuz bilmem kaç kat aşağıya, kot farkıyla yukarıya tırmanıyorsunuz, of çeke çeke basamaklarda. Sonra başlıyorsunuz adımlamaya, ışıklı mağazaların, parlak vitrinlerin önünden akıyor da akıyorsunuz kalabalıkların selinde, âdeta mağaralar aşıp dehlizlerden süzülerek neredeyse tıknefes halde heyula bir salondan içeri adım atıyorsunuz…
Ohh, sonunda kavuştum, dediğiniz salon bu, sergilenecek oyunu burada izleyeceksiniz.
Şu son yıllarda yapılagelen alışveriş merkezlerinde, görünürlükleriyle dikkati çeken tiyatro salonlarının her biri için böylesi yakıştırmalar getirilebilir.
“Apartman cami”lerle uyumlu kavrayışla bu yaklaşım arasında koşutluk kurmak pekâlâ mümkün. Hoş, günümüzde onlarca “apartman sahne”, tiyatro yapma çabasıyla canını dişine takıp kararlılık gösteren gruplar için birer sığınak. Çıkara dayalı eklektik bakış, belki günü birlik çözüm üretmenin kolaycılığına yaslanıyor, ne ki kendine özgü atmosfer yaratma hünerinin, ancak mimari, sanatsal özgün yapılarla hayat bulduğu göz ardı edilebilir mi? Bu muhteşem hava, eklektik yapılardaki endazesiz kısıtlayıcılığa dayalı yaklaşımla aynı kefeye konulabilir mi hiç?
Farklı bir bakışla, “AVM tiyatroları”na, yüzyılın sıkışık, yoğun kentsel yaşamından gelen zorunluluk gözüyle de bakılabilir belki olgu bağlamında. Çok katlı mezarlıklar örneğinde olduğu gibi. Ama kimi salonlar, kendine özgü ritüelleriyle birlikte düşünülmek zorunda yine de.
Ritüel dediğimiz, tiyatro sanatının özündeki içkin oyuncu-seyirci bütünleşmesiyle duyulup yaşama geçirilebiliyor. Büyü dediğimiz de bu kaynaktan doğup yayılıyor. Bunu sağlamanın etkin yolu, bu türde özel yapılar kurabilmek. Bunu tiyatrolar, ibadet yerleri kadar müzeden, sergi, konser salonlarına, sinemalara öteki alanlara kadar yaymak, bunları kendi mekânlarıyla birlikte düşünmek zorunlu.
Evet, bütün bunlara evet… Ancak bunları aşan başka bir bağlayıcı kodlama baskısı da alabildiğine egemenliğini sürdürüyor yaşamımızda. Her şeyi metalaştıran, her şeyi görünürleştirerek bunları kategorik temelde mala dönüştüren anlayış hayatın bütün alanlarını icazet altına almış bulunuyor. Karşımızdaki kapitalizm çünkü
Büyük stadyumlarla eğlenceye dönük dev salonlar, geniş açık alanlar da bu amaç doğrultusunda yeniden biçimlendirilmiş konumda. Üstelik kitleleri buralara yönlendiren güçlü bir ağ söz konusu. “İletişim” olarak alınsa da bütün olarak tek yanlı bu görsel, işitsel ağlar, kapitalizmin kodlarıyla uyum içinde tıkır tıkır işleyerek bizi yönlendirip yönetiyor.
Sonuçta görünürlüğü bulandırılmış bir kışla düzeni aslında bu: Kapitalizmin kışlası. Her yana uzanıyor. Hepimizi tutsak alıyor, bizi ille de isteği doğrultusunda birbirimize benzetmeye çabalıyor. Sonuçta hepimiz onun emirlerine uygun yönelişlerle davranış sergiler hâle geliyoruz. Çaresizlikle buna boyun eğip başımızı bükerek âdeta yazgı gibi bunu kabulleniyoruz.
Demek ki sonuçta kışlada tiyatro yapıyoruz.
Hep birlikte kapitalizmin kışlaları içinde tavşan gibi dönenip, olmaz ya, sözümona yol bulmaya çalışıyoruz.
Ne hazin…