SAYFA YAZISI; M.S.Aslankara; Metnin Sesi, Sessizliği…

Metnin Sesi, Sessizliği…

M.Sadık Aslankara

(9.01.2020 YAZISIDIR.)

İster yüksek sesle isterse göz ucu okumayla olsun şiirde apaçık gözlenen “ses” olgusunu herhangi düz metnin dikkate almayacağını, böyle bir gereksinim duymayacağını düşünmek, bunu aylayamamaktan kaynaklı bir boş bulunma, gafillik değilse apaçık aptallık ya da dangalaklıktır herhalde, o kadar.

Siz, bana şairlerimizin çok baskı yapan şiir kitaplarından herhangi birinin baskı sayısını aşmış, şairi kim olursa olsun bir tek çeviri şiir kitabı gösterebilir misiniz?

Gösteremezsiniz, şiirde onlarca baskıya ulaşmış tek bir çeviri şiir kitabı yok çünkü.

Ama kendi dilimizde onlarca şairimiz var, her birinden geriye kalan onlarla baskıya ulaşmış nice şiir kitabı.

Oysa öykü, roman vb. düzyazıda bizdeki yazar ortalaması verimini çok aşan çeviri kitabın yığınlar halinde gözler önünde olduğunu ekleyebiliriz buna. Elbette burada Reşat Nuri, Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Kemal vb. gibi baskı sayıları bakımından bütün zamanlara yayılmış yanı sıra çeviri yazar baskı sayılarını katbekat aşmış yazarımız bulunduğunu unutuyor değilim.

Kuşkusuz çoksatar kitaplarıyla kimi yazarlarımızın da günümüzde nicel açıdan böyle bir düzeye ulaştığı biliniyor.

Ne var ki öykü, roman gibi yazınsal türlerde çeviri yazarların kitaplarında gözlenen baskı sayıları dikkate alındığında yazarlarımızın yine de çok büyük bölümünün, verimleriyle bunların çok altında kaldığı ayrı bir gerçek.

Şiire özgü imgesel dil-mantık yapısı dikkate alınarak yaklaşıldığında bu farkın dil-mantık yapısından değil ama bunun dile yansıyan gücünden söz edilebileceği güçlü bir olasılık olarak geliyor insanın önüne.

Nice güçlü de olsalar, şiir kitaplarıyla dilimizde varlık gösteren hiçbir yabancı şairin Türkçede onlarca kez basılmış, geniş okur kitleleriyle buluşmuş hiçbir şairimizin baskı sayısına ulaşamayışı altında yatan gerçekliğin şiir metninde dilden yansıyan sesten kaynaklandığı öne sürülebilir o halde.

Nedir bu?

Okur, şiirin dil-mantık yapısına imgesel zihinle yaklaşıyor kuşkusuz, ancak bu imgesel zihne ulaşmanın önünü yine de dildeki ses açıyor denebilir pekâlâ. “Ses” derken, saltık sesli okuma değil kastettiğim, bir ses bütünlüğü anlaşılmalı bundan, ses dışarıya çıksın çıkmasın ezgi, uyum, tartım, iniş çıkış vb. tümü birlikte ele alınmalı.

Nitekim günümüz çoksatar yazarlarından bir bölüğünün de, sözgelimi Füruzan, İnci Aral, Nazlı Eray, Ayşe Kulin, Buket Uzuner, Oya Baydar, Zülfü Livaneli, İhsan Oktay Anar, Hasan Ali Toptaş, Ahmet Ümit vb. adların şairlerimizin izinde, metnin sesini öne çıkardıkları ileri sürülebilir bana göre.

Şiirde önde giden bu tutum görece öyküde uzanımını sürdürüyor ama romana geldiğinde artık iyiden iyiye sessizleşiyor. O zaman metin sessiz kalıyor âdeta.

Söz öyküye geldiğinde 1950 Kuşağı Öykücülerini anmadan geçmek, İkinci Yeni şiirinin fışkırıp parlamasında bu kuşak üyelerinin de yazar olarak şairler kadar büyük emekle etkin rol üstlendiği unutulmamalı hiçbir zaman. 1950 öncesi kuşakların yazarlarını, örneğin bir Oktay Akbal’ı, Nezihe Meriç’i de unutmamak gerekiyor.

1960’lara gelindiğindeyse Selim İleri’den Nedim Gürsel’e, Necati Tosuner’den Necati Güngör’e, Burhan Günel’e, Tomris Uyar’dan Pınar Kür’e, Feyza Hepçilingirler’e daha pek çok yazar eklenebilir bunların üzerine. Son olarak 1960’lardan 90’lara sıçrayan süreçte de yine öykücülerimiz, romancıların çok daha önünde görünüyor bu nedenle.

Gerçekten romanımızda metnin dili bir yana bırakılıp anlatılan her neyse bunlar yani olaylar ya da kurgu, karakterler vb. bunlarla birlikte entrika, metinlerarasılık ya da üstkurmaca vb. öne çıkarılmaya çalışılıp, bu çerçevede okurun bunlarla yetinebileceği kanısı taşındığı seziliyor bir bakıma.

Gitgide metnin sesinden uzaklaşırken yazarlar, geçmişten günümüze şiirimizin hep bu ses parıltısıyla kol kola yol aldığını unutuyor.

Kimseler ayırdında olmasa da günümüzün genç şairleriyle öykücüleri, bereket bunu, metnin sesle kazandığı büyüyü görebiliyor yine de.