SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; NAKLİ HİKÂYE, AKLİ HİKÂYE…; ,

NAKLİ HİKÂYE, AKLİ HİKÂYE…

M.Sadık Aslankara
(4.8.2022 YAZISIDIR.)

Dilimizde üretilen, yalnız dilimizde mi, dünyanın bütün dillerinde bugüne dek üretilmiş ne denli anlatı varsa bunları “nakli” ve “akli” olmak üzere ikiye ayırıp ele almak olanaklı geliyor bana.

“Nakli” başlığı altında niteleyebileceğimiz ilk bölüm anlatılar, doğrudan tanıklığa veya dolaylı yolla aktarıma dayanan gözlem, böyle değilse bile olgusal yaklaşıma dayalı uslamlama yoluyla üretilmiş “hikâye”lerden oluşan birer söz dizisi, sözel anlatım, hareket, dans, doğaçlama tapınım vb. ya da bunlardan yola çıkılarak farklı biçimde yazıya geçirilmiş metin bağlamında alınabilir.

Şamandan bu yana süregelen bütün anlatılar, bu temelde birer nakli “hikâye ediş” sayılabilir. Gerek “geleneksel hikâye”nin gerekse “modern hikâye”nin kökeni bu “nakl”den geliyor. “Nakl”, “nakil ile ilgili,” “nekledilen” anlamında. “Tahkiye” adı altında imlenen biçim yani “hikâye etme” de buna dayanıyor, hatta giderek dünyanın en eski zanaatlarından biri olarak yaşamımızda önemli rol oynuyor.

Nitekim insanoğlunun ateşi, tekerleği, yazıyı bulması, ötesinde insan zihninin soyutlayıma, düşten dönüştürüme hazırlanması, bunlara dayalı akıl yürütme eylemine geçebilmesi açısından söz konusu “nakl”in uygarlıkta köşe taşı değeri taşıması kuşku yok ki önemli bir adım. Çünkü insanoğlu, baştan bu yana uydurup naklettiği bu hikâyelerle yol aldı hep.

Mustafa Nihat Özön, Osmanlıca Türkçe Sözlük’te “nakl” sözcüğünün karşılığında, “hikâye söyleme, ağızdan ağza veya kitaplarla gelip bilinen ve akıl ile bulunmayabilecek şey” açılımlarını sıralayıp “naklbend” için de “masal toplayan, masal bağlayan, uyduran” karşılığını veriyor. Günümüzde Türklerin “masal anası”, “masal atası” Kürtlerin “dengbej” sözcükleri tam da buna karşılık geliyor.

Bir başka deyişle insanoğlu gözünü başkalarının uydurduğu yalanlarla açtı ve kendisi de sürekli naklederek neredeyse bunları sakız haline getirerek bu yalan savurganlığını sürdürdü. İşte insan hiç düşünmeden yuvarlayıverdiği, ne var ki kendisinin de sonuna kadar inandığı, söz konusu nakli anlatılar yani bu yalanlar aracılığıyla gelişip bugünlere damga vurdu, öte yandan bunları dünyayı değiştirmenin de aracı yaptı aynı zamanda.

Ancak asla unutulmamalı, bu nakli hikâyelerin tümü, birer zanaat ürünü. Bunun ardından hemen şunu da eklemek gerek; aslında bu nakli anlatılar, birbirinden kopyalanmış, birbiri içinden çıkmış, yaratı anlamında aktartılarak sürse de bu haliyle bile birer akıl etkinliği, zihinsel eylem elbette.

Zanaat da aklın işi değil mi?

Öyleyse aklın, örneksiz, bağımsız bir yaratıcılığa geçmeden “Nakli Hikâye”de yapabilecekleri bunlarla sınırlı kalacaktır kaçınılmaz biçimde, bundan kuşku duyulabilir mi? Geleneksel hikâye ediş ardından ortaya çıkıp gelişen modern hikâye de bu gelişimin bir evresi değil mi zaten? Yine de bunların uç uca eklenivermiş aşamalar olduğu sanılmamalı.

Bunun için yüzyılların, binyılların beklenmesi gerektiği açık. “Modern hikâye”nin, günümüzde görece bu deyiş için kullandığımız “öykü”nün ete kemiğe bürünebilmesi için o çağın yani “nakil çağı”nın aşılıp “akıl çağı”na ulaşılması gerektiği söylenebilir.

Akıl çağı derken, ortaçağ skolastiğinin aşılması, feodaliteden burjuvaziye evrilmesi, serflikten işçiliğe geçilmesi, sanayi devriminin ortaya çıkması, bilimsel ilerlemelerin, keşiflerin yaşanması, üniversitelerin kurulması, kentsel ilişkilerin yaşanması, sözün özü, “din-devlet için insan tekili” kavrayışının aşılıp “kendisi için insan tekili”ne ulaşılması gerek. Özetle bu, hiç kuşku yok ki “bireyleşme” anlamına geliyor.

Nakli hikâyenin ancak herkes tarafından onaylanacak bir yalan kurulumuna dayalı kamu insanıyla gerçeklik kazanabileceği ama akli hikâyenin ancak ve ancak bireyleşmiş, kamu karşısında kendisi olmayı başarmış, bunu inatla sürdüren bireysel insanla ortaya çıkabileceği asla gözden uzak tutulmamalı.

“Hikâye”yle “öykü”yü ayırmamız gerektiğinde bu ayrımı, pekâlâ ölçü olarak kullanabiliriz kanımca.

Nakli hikâyeden modern hikâyeye geçişte, sonunda bunun da artık tümüyle öyküye dönüşüp bireysel yaratı halinde gerçeklik kazanmasında hep bu sürecin izleri gözlenecektir.

Öyleyse öykü sanatının, nakli hikâyenin bir sonucu olarak kendini gösterdiği ama bu süreçle birlikte enikonu bunun doruğu halinde yoluna devam ettiği de rahatlıkla söylenebilir.