ÖDÜLLER ÜZERİNE…
M.Sadık Aslankara
(19.01.2023 YAZISIDIR.)
Edebiyat alanında, özellikle öykü, roman türlerine dönük ödüllerle ilgili değinilerim olmadı değil, ancak baştan sona konuya özgülenmiş herhangi yazı kaleme almış değilim bugüne dek.
Hoş, bu yazı da konuya özgülenmiş bir yazı olarak kabul edilemez; çünkü ödüllerle içlidışlı ilerleyecek herhangi yazı, verilere de yaslanabilmeli. Oysa burada böyle bir dayanak arayışını güdüyor değilim.
Ama ödül kurumlarıyla birlikte bu alana özgülenmiş ve baştan bu yana çeşitli imzalarca konuyu deşen yazılar hep yazılageldi ödüllerle birlikte, ödülleri konu alan. Nitekim verilere dayalı sıkı inceleme, araştırma içeren eleştiri yazıları, bunlarda yansıttığı kimi yargıları tartışma yaratan Taylan Kara’nın, bu bağlamda yaptığı çalışmalarla alanda oldukça ses getirdiğini söyleyebiliriz gönül rahatlığıyla.
Aşağıdaki sözleri, kendisi de geçmişte seçici kurul üyelikleri yapmış olan Füsun Akatlı’nın Edebiyat Defteri (Afa, 1987) adlı yapıtındaki kimi yazılarından aktarıyorum:
“Kitapların ödül almışlıklarıyla pek ilgilenmem, bu ister bizde, isterse dışarıda alınmış bir ödül olsun. İsterse Nobel olsun! Buna karşılık, ödüllere karşı bir tutumum da hiç yok. Kimbilir, bir çeşit, işi yukarıdan alma mı demeli bu etkilenmeyişe? Yok! Büyüklenme değil de, şöyle düşünüyorum galiba: o ödülü verenler kadar ben de anlamaz mıyım bir yapıtın yazınsal değerinden? Öyleyse niye kitapların üzerine geçirilen ödül kuşaklarına teslim olayım? Hatta o kuşağı geçirenler arasında -hasbelkader- ben, kendim de bulunsam! Haydi, bir adım daha öteye gideyim de, şunu da söyleyeyim: Bence, yapıtları değerlendiren, ödüller değil; ödülleri değerlendiren, yapıtlardır. Bakarsınız bir ödüle: başlangıcından beri kimlere, hangi yapıtlara verilmiş? ‘Haa’ dersiniz, ‘önemli bir ödülmüş bu’. Ya da tersi; dişe dokunur bir ‘tarihçe’si yoksa, kulak asmazsınız o ödüle.” (22)
“Zaman olur, üç yıl-beş yıl yazın ödülleri seçici kurullarının önüne dişe dokunur hiçbir dosya gelmez, zaman olur, iki-üç yapıt birden belirli bir düzeyin üzerine fırlar, kararı güçleştirir.” (141)
“Hoş, ödüllerin, adına verildikleri yazarla aynı tornadan çıkmış bir yazın anlayışının temsilcilerine verilmesi diye bir ilkeyi de hiç benimseyemiyorum ben. Ödül, hangi çizgide olursa olsun, ödüllendirilmeye değimli bir yapıta verilmeli.” (146)
İstedim ki, otuz beş-kırk yıl önce değerli bir eleştirmenin, yayımlanmış bu yazıları aracılığıyla konuya biraz ısınalım, ardı sıra ödül konusunda ben de kendi payıma kimi görüşleri öne süreyim, bir çoğulcu düşünce bütünü oluşturalım aramızda, bundan ötesine böyle geçelim.
Füsun, yazın ödülleri konusunda aslında pek çoğumuzun onaylayacağı düşünceler getiriyor, apaçık görülüyor bu. Özellikle yapıtın değerlendirilişinde ödülün ölçü alınması yerine tersine, söz konusu ödülün yapıtla ölçümlenmesi gerçekliği üzerinde ne denli durulsa yeridir.
Hele ülkemizde hemen her yazarın bir biçimde ödüllendirildiği, bunun yanı sıra hemen her yazarın aynı zamanda ödül seçici kurullarının birinde görev üstlendiği anımsanırsa yazınsal ödüllerin, giderek anlamını yitirmeye doğru itelendiği üfürülebilir pekâlâ. Hatta ödül işleyişi zaafından bile söz edilebilir.
Ödüllendirme konusunda işi, ille ehline vermek öznel bir tutum olarak kabul görebilir. Zaten kimi yarışmalarda aile, kurum vb. yapıların temsilcilerinin de, seçici kurullarda yer alışı, salt bir onursal konumlanış olarak alınsa da bunun görece bir basınç olgusuna yol açabileceği gözden uzak tutulmamalı.
Seçici kurul üyeleri, ehil olmayabilir, tamam, ancak ödülle yapıtı / yazarı dengeleyici tutum içinde yer alması gerektiğini göz ardı etmemeli. Öte yandan verdiği ödül kadar vermediklerinden de sorumlu olacağı gerçeğini hiçbir zaman unutmamalı, bana sorulursa, üzerinde önemle durulması gereken yaklaşımlardan biri de bu.
Yazarlar, istedikleri yarışmalara katılabilir elbette, ödül beklentisi içine de girebilir, ne ki seçici kurul üyeleri, ödülü, paşa gönüllerinin istediğine vermekte asla özgür olmadıklarını, olamayacaklarını da akıldan çıkarmamalı. Füsun’un altını çizdiği üzere ödülün, mutlaka ve mutlaka “ödüllendirmeye değimli” yapıta / yazara verilmesi kesin bir zorunluluk olarak benimsenmiş olmalı.
Ayrıca seçici kurul üyeleri, ödül seçici kurul imzasıyla yayımlanan gerekçeli karar metninin arkasına geçip sorumluluktan sıyrılacağı kuruntusuna da kaptırmamalı kendisini. Her üye, bunun daha çok kanonik nitelikte sofistika bir metin olacağını, ama sonuçta kendi gerekçesiyle baş başa kalacağını, söz konusu gerekçenin kendisini bağladığını, bağlayacağını unutmamalı.
Kendi payıma bugüne dek öykü, roman, oyun metni, belgesel, kısa film ve sahnelenmiş oyun için düzenlenmiş kimi yarışmalarda seçici kurul üyeliği yaptım, ama buna hiç de can atmadığımı, hatta gönüllü de olmadığımı, ancak çaresiz kaldığımda önerilere sırt çevirememenin getirdiği sorumluluk duygusuyla bu tür görevleri üstlendiğimi söylemek isterim.
Son yıllarda ve şimdilerde artık hiçbir ödül için aday olmasam da, e, tabii geçmişte ödüllere ben de aday oldum elbette kimi yapıtlarımla.
Ödüllere aday olmak, ödül kazanmak da veya ödüllerin seçici kurullarında herhangi üyelik üstlenmek de niteliksel bir değer yüklemez hiçbir yazara, yazıncıya, bunların birer ilinek halinde yazara, yapıta hiçbir yazınsal değer katmayacağı bilinmezden gelinmemeli.
Aslolan sizin kendinizi ödüle değer bir kalem olarak kabullenmeniz ve diyelim ödül almış bir yazarın ödüllü yapıtı konusunda düşüncenizi, yazıyla derli toplu ifade edebildiğiniz bir metin.
Ödül konusunda yapmanız gereken tek eylem, kendinizi temellendirmek, o kadar.