SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Okurla Yazarın Kurmacayla Sınavı…

M.Sadık Aslankara (28.9.17 yazısıdır.)

Her okuma eyleminin yazar kadar okur için de bir sınav olduğu açık. Üstelik yalnız yazarın değil okurun da bu sınavdan başarıyla çıkması gerekiyor.

Sanat yapıtı, bilimsel bilgiye dayalı bir verimleyiş değil. Haa diyelim kurgusal olarak kuantum fiziği işleniyorsa eğer anlatıda, bir alt bilgi gerekebilir belki bunun için, ama ille bir alt bilginin zorunlu olduğu da düşünülmemeli dogma halinde.

Yazar bir tarafındadır kurmacasal metnin, okur öte tarafında. Her ikisinin de aynı doğrultuda buluşması, tek bir sanatsal gerçeklik üzerinde çakışması gerekmiyor. Yazarın kaleme getirdiği metin ayrı bir şeydir, okurun alımladığı metin apayrı. Bunların kesinlikle buluşmasına, birleşip “tek”leşmesine dayalı kavrayış, bizi olsa olsa kopyacılığa götürür ki, sanat, bunun üzerinde değil dışındadır apaçık.

Sözü Melih Cevdet Anday’ın bir denemesine getireyim şimdi:

“Pirandello’nun bir hikâyesi vardır; bir ressam sergi açacaktır, ama (‘Ne demek istediniz?’ diye,) bu tür sorularla karşılaşacağını düşündükçe sıkılmaktadır. Bir arkadaşı ona şu öğütte bulunur:

-Öyle sorular soran olursa, ‘Siz hiç, bir nehrin aktığını gördünüz mü?’ de onlara.

Ressam öyle yapar ve rahata kavuştuktan başka daha çoğunu elde eder: O saçma sapan yanıt, resimlerden daha çok hayranlık uyandırmıştır.

Uzun açıklamalara kalkmaktansa, yukarıdakine benzer kısa sözler hazırlamalı yazar ya da sanatçı.

Şimdi şakayı bırakıp diyeceğiz ki, açıklama yapıta hiçbir şey eklemedikten başka, yaratıcısını da güç durumda bırakır, çünkü yapıtın eksik olduğu kuşkusunu uyandırır.

Bitmedi; biz bu açıklama geleneğini sürdürdükçe, okurun, sanat meraklısının tembelliği de sürüp gidecektir, ‘Nasıl olsa sorup öğrenirim ya’ tembelliğidir bu.

Okuru, sanat meraklısını, yapıtla baş başa kalmaya alıştırmalıyız.”

Anday’dan şu sözün de altını çizdim:

“Kim demiş Kafka bizi anlatmıyor diye! Kim demiş Oblomov romanı Rus’tur diye!”

Demek ki kurmacada buluşulması gereken bir yan varsa eğer, bu, alımlamaya dönük çaba olmalı! “Ne demek istiyor?” yerine, “Ben bundan ne anlıyorum?” sorusu önemli burada. Alımlama, bilimsel bir çıkarım değil de tasarıma dayalı düşünceler dizisi, yaratıcı düşünce üretme dizgesi bağlamında alınırsa kalkılabilir ancak bunun altından.

Bir kez daha kulak vermenin tam sırası Melih Cevdet Anday’a:

“Yüzyılımızda roman, şiire yaklaşmıştır, hadi söyleyelim, şiir mantığıyla yazılmaktadır. Başka bir deyişle, bu yeni romanlar kolay kolay anlatılamaz, ona varmak ancak onu okumakla olur, özetlenemez, kısaltılamaz. Şiirin özellikleri değil midir bunlar? Hangi şiiri, gerçek şiiri demek istiyorum, konuşma diline çevirebiliriz ki! Hangi şiirin konusu ile yetinebiliriz ki! Bir olaylar dizisi olmaktan gittikçe uzaklaştığı ortaya çıkıyor yeni romanın. Öyle ki,  bu yapıtı ne denli anlatmaya çalışırsanız çalışın, konuyu ne denli verirseniz verin, gene de karşınızdakine onu okumasını öğütlemek zorunda kalacaksınızdır. Çaresizliğinizden yapacaksınız bunu, çünkü başaramayacaksınız onu tanıtmayı. Anlatılan değil de, anlatış öne çıkmıştır da ondan.”

(Melih Cevdet Anday; Suçumuz Edebiyat, Anday’ın “Edebiyat Yazıları”ndan Yalçın Armağan’ın yayına hazırladığı seçki, Everest, 2017, ss.180-181, 214, 216-217)

Görülüyor ki, estetik, matematiksel düzlemde akış gösteren bir disiplin. Bu, estetik olana ya da estetik nesneye enikonu matematiksel bakışla yaklaşmayı da zorunlu kılıyor elbette!

O halde her okuma edimi, yalnız estetikle değil, yanı sıra matematikle de sınava girmek anlamına geliyor okurla yazar için, buna şaşmamalı!