SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; OKUYUP YAZANLAR, OKUMAYIP YAZANLAR YAZMASA DA OKUYANLAR…

OKUYUP YAZANLAR,
OKUMAYIP YAZANLAR
YAZMASA DA OKUYANLAR…

M.Sadık Aslankara
(23.12.2021 YAZISIDIR.)

Yazarlarımızın okuma-yazma eylemleri üzerine gözlem, izlenim, duyum, dinleme vb. yollarla kimileyin uzaktan, kimi de yakından tanıklığını yaptığım bir olgu var. Kısadan söyleyeyim; yazarlarımız, genelde okuma özürlü insanlar.

“Yazar” olarak anılmalarından gelen o tuhaf baskılanmadan ötürü müdür bilemem, ancak genelde bizim yazarlarımızın okumaktan çok yazmayı öne aldıklarını ele veren duruşları var. Bu noktadan kalkıldığında, yazar kesiminin okumaya kuzgun, yazmaya şahin duruş sergiledikleri bile savlanabilir görece.

Kişisel deneyimlerimin ışığında şu kadarını olsun rahatlıkla söyleyebilirim kendi payıma: kaleme getirdiklerini, tam da yazma sürecinde sık aralıklarla okumak zorunda kaldıkları içindir belki, yazarlarımız, bitirdiklerinde bu dosyaları baştan sona okumak istemeyen tutum sergiliyor neredeyse, en azından bunları okumakta olağanüstü tembellik sergiliyorlar diyeyim hadi.

Bugüne dek buna örneklik yapacak azımsanmayacak sayıda dosyayla karşılaştığımı belirteyim. Bu durum, yazarların, dosya üzerinde çalışırken yazdıklarını sürekli okudukları, bu nedenle de metne karşı bıkkınlık yaşamaya koyuldukları türünden bir yargıya varmama yol açıyor. Ama bu arada sürekli okumaktan kaynaklanan bir yanılsamayla yazdıklarında belki de hata bulunmayacağı yargısına kaptırıyorlar kendilerini. Ve tabii bir büyük hata daha yapıyorlar böyle davranmakla.

Ne var ki bir tür okumama eylemi olarak alınabilecek böylesi tutumun, yazarların, yazma eylemi sırasında metni sürekli yaza okuya geliştirdiği, belki de bunun sonucu âdeta okuma körleşmesine neden olan tuhaf bir sendrom yaşadıkları öngörülebilir diyelim.

Yazarlarımızda gözlediğim bir tutum, sıradan okumaya da pek istekli görünmemeleri ama. Bu doğrultuda yazarlardan gelen kimi gerekçeler bile söz konusu. Okumayışlarını, okuduklarından etki alabilecekleri olasılığının tedirginliğiyle açıklayanlar bile geldi kulağıma, düşünün artık.

Oysa yazma eylemini yaşamsal bir yazma dürtüsü bağlamında alıp bu yönde kendisini durmadan kışkırtan yazarlar olduğunu görüyoruz toplumca. Şöyle uzaktan bu yazarlara baktığımızda, sanki onların okumak için değil de yazmak için yaratıldıklarını düşünmeden edemiyor insan. Şöyle kaba dille söyleyecek olursam, ishal olmuşçasına yazan azımsanmayacak sayıda yazarla karşılaşmak olası yazınımızda.

Okuyup yazanlar yok değil elbette. Bunlar kendilerini belli ediyorlar hemen. Elbet okumanın, yazarlığa eklenmiş bir eylem biçimi olduğunun da bilincindeler. Bu gruptaki yazarların, tezgâhlarında kâğıt kalem kadar kitap bulundurmayı da yaşam biçimine dönüştürdükleri görülüyor ayrıca.

Bu nedenle de dikkati çekmiyorlar. Çünkü erdem, nasıl iyi bir insan olmanın temel niteliklerinden biriyse ve herhangi biri için bu niteliğin altını ayrıca çizmek gerekmiyorsa, iyi yazarlık için okurluğun da temel niteliklerden biri sayılması gerektiğinden herhangi yazarın, yaptığı işin doğası gereği okur olduğu öngörülüyor.

Tehlike burada çıkıyor ortaya.

Ben okumayan yazarların varlığından eminim.

Nitekim yazınımızdaki geniş bir yazar kesiminin yeterli okuma düzeyine sahip olmadıklarını gözlüyorum. Kanımca kimi yazarlar malumatfuruş okurlukla yetiniyor, o kadar.

Yazarların genişçe bölümü de, edebiyat denildiğinde kendi belirledikleri yazarlar dışında bir okuma denizine açılmaya gönül indirmeyen adlardan oluşuyor. Belirledikleri yazarlar dışındakilere tepeden bakıp burun kıvırıyorlar ya da küçümsemeli bakışla edebiyat dışı yazar yaftası yapıştırıyorlar. Böylelikle kendilerinden menkul bir “yüksek yazarlık” imgesi gezindiriyorlar edebiyat mahfillerinde.

Bunun yanında Türkçede üretilen yapıtlara hafifsemeyle yaklaşıp öykü-roman denildiğinde yabancı dillere yönelen, bu dillerdeki verimleri okuyunca Türkçe kurmacalara yükseklik kazandıracağı türünde hamhalat düşünce sahibi imzalara da rastlanıyor aralarında. Düşünün işin vahametini; örneğin kendi anadilinizdeki verimlere sırt dönüp İngilizcede öykü-roman okuyacaksınız, ardı sıra Türkçede kaleme getirdiğiniz öykü-roman yoluyla edebiyatımıza değer katacaksınız.

Böyleleri de var ne yazık ki!

Yukarıdan bu yana yazdıklarım size inandırıcı gelmeyebilir. Son bir sağlama olarak şunu söyleyeyim; ortalıkta gezinen, adları bir biçimde duyulan birkaç bin yazarın varlığına karşın çoksatarlar dışında, iyi edebiyat ölçeğine sahip nice öykü-roman ortalama bin kadar basıldığı halde, yıllar yılı baskı yenilemeden öylece kalıyorsa depolarda, siz bana yazarların, okuyup yazan insanlar olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ama bu okumaz yazarların yanında, onların sayısını çok aşan ve yazmasalar da okuyan edebiyat tutkunu değerli okurlar olduğunu biliyorum, yüreklere su serpen bir güzellik bu.

Öyle ya, bir de sessiz sedasız köşelerinde işlerini yapıp, gerçekten yalnızca okuyan insanlarımız var, belki çekinip iyi bir şeyler yazamayacaklarını kestirip elleri kalem kâğıda bir türlü uzanmayan, ama öykü roman yazamasalar bile iyi bir öykü-roman okuru olmayı okurluğun şanından sayan dürüst, erdemli, saygın okur kesimi.

İyi ki var bu okur, iyi edebiyat da bunların yüzü suyu hürmetine yapılıyor zaten. Ben de yukarıda andığım okumayıp yazan yazarlar arasında anılmaktansa yazmayıp okuyanlardan sayılmayı yeğlerim doğrusu. Çünkü ben okur, yazarım!