SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖLÜMDEN SONRA ANIMSANMAK, AMA NASIL;

ÖLÜMDEN SONRA ANIMSANMAK, AMA NASIL?

M.Sadık Aslankara
(17.9.2020 YAZISIDIR.)

Dergiler, yazar mutfağında bulunması gereken zorunlu yayınların başında geliyor. Güncellerin yanında önceki yıllardan kalan hiç değilse kimi sayılar da değerinden asla yitirmeksizin ömrünü sürdürebiliyor.

Yazın dergilerinin her sayısını okumaya yetişemeyebilir insan. Ama bunları izlemenin, yayınlara göz atıp hangi konuların gündeme getirildiğini, yazınla ilgili nelerin tartışıldığını öğrenmenin, bilmenin sayılamayacak yararı var. Bu tutuma sırt döndüğünde bedelinin ağır olacağını bilmek zorunda yazar.

Kendi payıma dergileri de kitap gibi koruyup bunlardan yoğun ölçüde yararlanmaya çabalarım hep. Bu doğrultuda nerede yaşarsam yaşayayım, masamı nereye kurarsam kurayım yenilerin yanında eski dergilerimi de kaplumbağa gibi sırtımda taşırım gittiğim yere.

Dergilerin eski sayıları arasında gezinirken geçmiş dönemin konularından kalkıp bugüne geliverdiğim, okuduğum bir yazıdan günümüzün herhangi sanat sorununa atlayıverdiğim ya da bütün bütüne bambaşka bir sorunsalın önüne çıkıverdiğim olur.

İşte bu dergi gezilerimin birinde Atatürk’ün kurduğu TDK yayını olarak yaşama geçen, yazınımızda önemli yere sahip Türk Dili dergisinin, 1 Nisan 1953 tarihli 19. sayısında karşıma çıkan “Türk Dil Kurumu’nun Hikâye Yarışması” başlıklı haber yazı, beni yerime çaktı bir anda.

Günümüzden tam altmış yedi yıl önce yapılmış öykü değerlendirmesine dönük bilgiden şu satırları aktarıyorum:

 

Türk Dili dergisinin hikâye jürisi, bu yarışmaya katılan değerli yazarların hepsine teşekkürlerini sunarken, yakın bir gelecekte kendilerinden daha olgun eserler beklediğini ve bu sonucu beklemekte haksız olmadığını bildirmekten zevk duyar.

Ödül kazanan hikâyeler şunlardır (Yazarlarının soyadlarının ilk harfine göre sıralanmıştır):

Muhsin Bey ile Muhsine hanım     : Feridun ANKARA

Tabut                                               : Engin BENGÜ

Pirî Baba                                         : Faruk ÇAĞLAYAN

Başka Başka                                   : Oğuz ERMUMCU

Aylıkçı Nuri                                    : Hayri GENÇOSMAN

Sucu İsmail                                     : Kâmuran ŞİPAL”

 

Bu adlardan hangilerini tanıyorsunuz?

İlkönce Kâmuran Şipal’i kuşkusuz, bilenler için Memet Fuat’ın kullandığı adlardan biri olarak Engin Bengü’yü diyebiliriz. Başka?

 

Feridun Ankara (1914-1974), öykücü, şair; 1935’ten sonra öykü, şiir yayımlıyor, yayımlanmış bir oyunu var: Kuma (1971), ne ki yazarlık enerjisini sürdüremiyor.

Faruk Çağlayan (1927) Özellikle Asker Şairler Antolojisi (1941; Bugünkü… eklemesiyle 1951) şiir seçkileri yanında sözlük, yazım kılavuzu vb. alanındaki çalışmalarıyla biliniyor, öyküler de kaleme almış bir şair.

Oğuz Ermumcu: Vüs’at O.Bener’in ifade ettiğine göre Erhan Bener’le yaşıt bir yazar. (Kaynak; İmge Öyküler, 2005, s.4) Demek ki 1929 doğumlu. Tek kitabı görünüyor: Çanakkale Destanı (1986)

Hayri Gençosman: (1926[?]-1995[?]) Öykücü. Türk Dili dergisinin 1 Temmuz 1954 tarihli sayısında yayımlanmış bir öyküsü var. Ağın düşün sanat dergisinde (Nisan 1995, s.44) onun için İsmail Beydemir’in bir şiiri yer alıyor: “Hayri Gençosman’a Ağıt”. Bu şiir onun altmış dokuz yaşında öldüğünü belirtiyor. Büyük olasılıkla o da 1926 doğumlu.

Feridun Ankara dışında Engin Bengü’yle (Memet Fuat) Kâmuran Şipal dâhil, bu adların tümü de 1920’lerde dünyaya gelmiş, Çağlayan dışında hiçbiri aramızda değil ne yazık ki.

 

Bunları, kimi geçmiş zaman bilgisini paylaşmak için aktarıyor değilim. Amacım bu nottan kalkıp günümüz yazarlarına yönelik yazınsal liyakat, sebat, direnme sonuçta yazınsal kararlılık konusu üzerinde durup önemini vurgulamak.

Kâmuran Şipal’in öykücülüğümüzdeki yerini genç yazarların bildiğinden kuşkum yok, ama yine de ihtiyatlı dille, “biliyor olduğunu sanıyorum,” diye ekleyeyim. Memet Fuat’ın, döneminde yayımladığı öykü kitapları romanları var.

Öteki yazarların bilgisini yukarıda özetledim.

Eğer farklı bir öyküleme getirebiliyorsanız öykü kitabınız, hatta öykünüz tek olsa da bir yere yerleştirilebilir yazınımızda. Onat Kutlar’ın İshak, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adı öykü kitaplarında olduğu gibi. Sait Faik de, sözgelimi onca öykü yayımlamasa bile salt “Alemdağ’da Var Bir Yılan” adlı öyküsüyle yetinmiş olsaydı da bugün anıyor olurduk onu.

Ama her yazarın nefesi yetmeyebiliyor. Bunun için Marathon’u anımsatırcasına nefes nefese koşmak, son nefese dek bunu sürdürmek gerekiyor.

Yoksa Hayri Gençosman gibi, İsmail Baydemir tarafından kaleme alınan ağıtta yer almanın ötesinde bir hükmünüz kalmaz:

“Yaşam savaşına başladı erken

Ağa kâtipliği, memurluk derken.

Dil Kurumundan Öykü ödülü,

Sihirbazlık yazdı, sürüp giderken.”

 

Önce liyakat gerekiyor, görüneyim, kendimi göstereyim, gerisi gelir derseniz eğer, şunu söyleyivereyim şuracıkta, selcek gelseniz bile kumcak da kalamazsınız, aklınızda bulunsun.