Orhan Kemal’i Okuma Günleri…
M.Sadık Aslankara
(31.5.2018 YAZISIDIR.)
Şimdilerde öyle diyor usta yazarlar, eleştirmenler sanki ağız birliği yapmış gibi… Toplumsal oluşumlarla karşılaşılmıyor günümüz yazarlarında diyorlar; toplumsal sorunlar, karmaşalar yer almıyor bu yazarların ürünlerinde diyorlar gereğince. Çünkü diyorlar bizim insanımız yok yeni yazarlarda!
Faruk Duman, Yazmalı Defter (Alakarga, 2017) adını taşıyan deneme yapıtının bir yerinde Orhan Kemal’in düşüncesinden kalkarak şunları paylaşıyor bizimle:
“Toplumcu gerçekçiliğin esaslarından: Orhan Kemal, ‘Bir konu üstündeki görüşlerimi okura bir tepsi içinde sunmam,’ diyordu. ‘Ona anlattıklarımdan, bu görüşü okur kendisi çıkarır.’ Cümleyi tırnak içine almama bakılmasın, birebir olmasa da, görüş bakımından Orhan Kemal’in söylediği bu biçimdedir. Genel olarak nitelikli bir edebiyat anlayışının bu yaklaşımı içermesi gerekir. Buradan şu sonuca varmak mümkündür: Yazmak her ne kadar anlatarak iletişim kurmak anlamına geliyorsa da, onu öbür anlatmaklardan farklı kılan biraz da budur: Okura istediği şeyi değil, yazardan alabileceği şeyi vermek.” (39)
Caddelere, bulvarlara atıyorum kendimi, sokaklardan geçip geçenekleri aşıyorum, çarşılarda, pazarlarda geziniyorum, adres soruyorum birilerine laf olsun diye… Bizim insanımız mı yok olan, insanımızın anlatıcısı mı?
Toplum değişiyor elbette, değişmeden duran ne var? Bizler de değişiyoruz kuşkusuz. Ama değişen biziz yine de; biz olarak değişiyoruz çünkü, İngiliz ya da İranlı birileri olarak değil! Genlerimiz üzerinde nice oyun oynansa da, “biz” olmayı, kendimize özgü nitelikler sergilemeyi sürdürüyoruz demek ki hâlâ!
Üstelik herkesi ilgilendiren öyle sorunla boğuşuyoruz ki şaşmamak elde değil! Toplumca yaşadığımız bir yığın soru, sorun, sorunlar yumağı var boğuştuğumuz… Fethi Naci’nin dile getirişiyle hepimizi ilgilendiren toplumsal sorunlar, ne yazık ki yazarları ilgilendirmiyor göründüğü kadarıyla…
İşte o sıralarda rastlıyorum ona. Evet, o, Orhan Kemal. Takılıyorum peşine. Biliyorum, ben beynimde yaşatıyorum onu, Oktay Akbal’ın sıklıkla yaptığına benzer biçimde. Hani o da Sait Faik’in, öteki ustaların peşine takılır ya İstiklal Caddesinde, onun gibi. Orhan Kemal, önüm sıra İstanbul’u dolaşıyor, İstanbul’un haberi yok bundan.
Selim İleri’yle buluşuyoruz Yakup’ta, bunları ona da anlatıyorum. “Ah,” diyor, “sen Orhan Kemal’semişsin, yeniden oku onu, başka türlü dindiremezsin bu özlemi.” Tutup Orhan Kemal Müzesine götürüyor beni, Cihangir, Akarsu Caddesi 32 numaraya. (Tel: 0212.2929245)
Evet, Orhan Kemal orada. Siyah takım elbisesini gösteriyor Selim İleri, “Bak,” diye fısıldıyor kulağıma, “görüyor musun, kumaş nasıl da parlamış giyilmekten. Şimdi git bak yeni yazarlara, hiçbirinde kumaş böyle parlamıyor!”
Gözlerimizde dongun tomurcuklar, suskun önümüzü ilikliyoruz.
Ertesi günlerin birinde bütün kitaplarını indiriyorum masama. Yeniyetmeliğimde ya da sonraki yıllarımda olduğu gibi değil, bu kez bütün yapıtlarını, üstelik yayımlanış tarihlerini dikkate alarak arka arkaya okuyorum. Kâğıttan upuzun şerit yapıp çalışma odamın kapısına asıyorum: “Orhan Kemal Okuma Günleri”.
Ne büyük bir yazarmış meğer o, buradaki “mış”ı, bu kez bilinçle yerleştiriyorum tümceye. Onun öykülerini okumadan öykü yazmaya girişenler olduğunu biliyorum. İstiyorum ki onlar da keşfetsin Orhan Kemal’i, bu “mış”ı biraz da onlar adına söylüyorum. Genç öykü yazarları, bir yanlarıyla eksiklik taşıyorsa eğer, bu Orhan Kemal’den bir çimdikçik bile tuz alamadıkları içindir belki, ama kendileri ayırdında mı acaba bunun?
Bir yazar olarak o, Memduh Şevket Esendal’la, Sait Faik’le, Sabahattin Ali’yle birlikte öykücülüğümüzün dört büyük biraderinden biri… Bunlar bilinmeden öykü mü yazılabilir, bu yazarlar okunmadan öykünün tadına mı varılabilir?
Yalnız öykü mü? Ya roman? Okuyunca bir kez daha görüyorum, “Murtaza” nitelemesinin yalnız bir kitap adı olarak kalamayacağını, “Don Kişot” ya da “Oblomov” gibi bir özel sözcüğe dönüşebileceğini…
Ya oyunları? Neden sıklıkla sahneye taşınmıyor bunlar?
Orhan Kemal’in kıpkısa bir ömre sığdırdığı upuzun sanat yaşamı, bir kez daha o özdeyişi doğrularcasına önümüzü kesiyor: “Yaşam kısa, sanat uzun!”
Orhan Kemal, artık o kısacık bireysel yaşamını tamamlamış, uzun mu uzun, sonsuzca sürecek sanat yaşamına çıkmış… Bu yıl yüz beşinci yaşını kutluyoruz ya, ileride kimbilir kimler Orhan Kemal’in yüzüncü, yüz ellinci, iki yüzüncü… doğum yıldönümlerini kutlayacak!
Ama bizler, onun ilerideki bu doğum günü kutlamalarını da yaşıyormuş gibi yapabiliriz pekâlâ! Nasıl mı? Yazarımız olarak keşfederek onu.
Peki onu keşfetmek için siz neyi bekliyorsunuz? İster genç olun ister erişkin, gençseniz ilk kez, erişkinseniz yeniden keşfedebilirsiniz pekâlâ Orhan Kemal’i…
Böyle bir heyecan bile o kıpkısa yaşamınızı nasıl da renklendirir, sizi nasıl güzelleştirir kimbilir… Öyleyse hadi kazıya, Orhan Kemal’i okuma günlerine!
2 Haziran, onun ölüm yıldönümü. Ama biz onun yüz beşinci doğum yılını kutlayacağız yine de! Yeni Orhan Kemal okumalarıyla…
Hey Orhan Kemal, yeniden merhaba!