Öykü Ruleti…
M.Sadık Aslankara
(4.4.2019 YAZISIDIR.)
Yazı başlığını, “Rus ruleti” deyişinden esinlenerek aldığımı söylememe gerek yok, çünkü öyle.
Bilmeyen yoktur ama üç beş sözcükle özetleyeyim yine de.
Rus ruleti, Rusya’da çarlık döneminde, nihilizmin de yoğun etkisiyle yaygınlaşan, iki kişinin, tek mermili tabancayı sırayla şakaklarına çevirip tetiği düşürerek oynadığı bir yaşamsal kumar olarak biliniyor.
Öykü sanatıyla, öyküyle Rus ruleti arasında nasıl bir ilişki kurmaya girişiyorum da böyle bir başlık atıyorum peki yazıya?
Mermi değil elbette, bunun yerine tek öyküyle âdeta kumar oynayıp öykücülüğümüzde kazanmak gibi bir anlamla buluşturulabilir başlığın getirdiği çağrışım.
Şaşılacak bir durum ama ne yazık ki gerçekten de, tek bir öyküyle hedefe ulaşacağını uman azımsanmayacak sayıda öykücü adayı var, diyebilirim.
Elbette bu kalemlerin tümüne “öykücü” ya da “öykü yazarı” denilemez. Zaten büyük bölümünün yalnızca yazar adayı olduğunun da altını çizmek gerekiyor ayrıca.
Ne var ki yazar adayları kadar, yazın kamuoyunca “yazar” bağlamında benimsenmiş kimilerinin de bu davranışın ardılı bir görünüm sergilemesi insanı ürkütüyor doğrusu.
Yazarlığın, şiir ya da öykü gibi tam bir simyacı olmayı gerektiren türlerde çok daha özenli olmayı zorunlu kıldığı, ciddiyetten uzaklaşıldığındaysa alanda göze görünmeyi, öne çıkmayı bir yana bırakalım, “yazar” konumunda bir yere varabilmenin bile olanaksız hale geleceği, asla unutulmaması gereken bir yan.
Sürekli alana bağlılık, liyakat, devamlılık üzerinde durmam boşuna değil. Yazında bunu yapanlar arasından başarıya ulaşanların sayısının, tek bir mermiyle Rus ruleti oynarcasına hedefi vurmaya çalışanların sayısına oranla çok çok önde olacağı kesin.
Elbette tek bir öyküyle, tek bir öykü kitabıyla ya da şiir, roman, oyun, deneme yani türü ne olursa olsun tek kitapla da alanda elbette ciddi biçimde hem de ayrıksı bir yer bulabilir insan kendisine.
Ancak alana dönük sevgi, bağlılık, bu yoldaki kararlılık çok daha emin adımlarla ileriye taşıyabilir bir yazarı, hiç kuşku yok buna. Bütün çeldirici, caydırıcı, usandırıcı yanlarına karşın öyküye, üretimini sürdürdüğü yazınsal türe olan tutkusunu dirençle sürdüren bir yazar ya da aday, bir biçimde bunun karşılığını görecektir yaşamında.
Yazarı, sanatçıyı alanın insanı yapan, alanda ona yer açan tek bir yapıt kadar çalışmalarının bütünüdür, işleyişteki özgünlüktür ama aynı zamanda onu buraya taşıyan ciddi bir süreçtir de.
Yazma eyleminin kendisi bunca haz verici niteliğe sahipken, bir heves “öykü ruleti” oynamaya gerek var mı?
Hele “şans” olarak adlandırılan bir rastlantı buluşmasına güvenip de işi salt buna bırakmak gerçekçi bir tutum sayılabilir mi?
Bir yazar da yazı masasına oturduğunda, salgılayacağı adrenalinle umduğunun üzerinde yükselip bir haz türbülansına gireceğinden kuşku duymamalı.
Diyeceğim ne Rus ruletine gerek var ne öykü ruletine!