SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öykü Tanıma-Tanımlama Kursları…

Öykü Tanıma-Tanımlama Kursları…
M.Sadık Aslankara
(29.3.2018 YAZISIDIR.)

Bilim, önermeler, hipotezler, denklemler, teoremler vb. ortaya koyarken kendine özgü diliyle edebiyatı da öteki sanatları da yaya bırakan, örneğin aktarım dilinde matematik bir kesinlik, şaşmazlık yansıtarak aşılmaz bir yapı sergiliyor. Hiç kuşku yok ki olağanüstü bir şiir bu. Alanı, sınırları, tanımları belirlenmiş, ilkeleri de kesinlenerek sıralanmış, üzerinde uylaşılmış âdeta bir bilimsel buyruk diyelim.

Sanatlar içinde buna en çok müzikle şiirin yaklaştığı öne sürülebilir belki, bu doğrultuda bir değiştirilmezlik ölçütü dikkate alındığında.

İş popüler bilime geldiğinde, böyle bir kaygı güttüğü söylenemez onun. Çünkü popüler bilimde önemli olan, konuyu, sorunu, bilgiyi vb. herkesin anlayacağı dilde, ama doğru aktarmak biçiminde alınabilir, o kadar. Bu yüzden matematiksel dilden uzaklaşıp insanın doğrudan kendi kişisel yaşamına yönelerek onu etkilemeye, bilimden yana tutum almaya çalışır popüler bilim araçları.

Bilimle popüler bilimi, uygulayımların alanlarına yönelik yapıtları birbirinden ayırmak bu nedenle oldukça kolaydır, denebilir.

Peki edebiyat söz konusu olduğunda neler söylenebilir? Örneğin “öykü” ile “hikâye” başlığı altında pek çok tartışma yaşanırken bunları birbirinden ayırmak ya da bunları tanımaya dönük tanımlama getirmeye giriştiğimizde neler söylenebilir? Üstelik herkesin bir biçimde kendince bir yönde ilerlemeyi yeğlediği de göz önüne alınırsa eğer?

“Öykü Tanıma-Tanımlama Kursları” yok tabii. Ama biz, anlatının bu ikiz atını birbirinden ayırmaya dönük düşünceler geliştirebilir hatta öneriler de getirebiliriz.

Öyküyle hikâyeyi birbirinden ayırmada temel ölçütlerin başında; öykünün, okurdan yaratıcı katkı istediği ötesinde entelektüel bir katkı alınmadığında okurdan, kendi dolantısını tamamlayamayacağı, hikâyenin ise bu tür bir katkıya gereksinim duymaksızın da kendisini var edebileceği gerçeği.

Hikâye, anlattığıyla yetinir, popüler bilim gibi tıpkı, verdiği, vermek istediği, karşısındakinin almasını zorunlu gördüğü veriyi yerli yerine oturtup okurda buna dayalı evren kurmayı başardığında işini de bitirmiş olur. Oysa öykü, okurdan defterini açıp ders çalışmasını ister âdeta. Sen eğer çalışmıyorsan, entelektüel boyutta kendini ortaya koymuyorsan, öykü de bir şey vermeye kalkmaz.

Sen ne kadar bana çalışırsan ben de sana o kadarını veririm der yani öykü. Halk arasında dolaşan söze benzer biçimde: Ne kadar para, o kadar köfte! Hani bir de alaysamalı göndermeler vardır aşağılanmışlık kibriyle söylenen “entel dantel” diyerek, ama öykü sanatı hiçbirine pabuç bırakmaz aykırı bulduğu tutumların. İlle de “Çıkarın defterleri!” der okuruna.

Diyeceğim hınzır bir tür şu öykü denilen “cin”. Notu da nasıl kıt üstelik.

Ama ne güzeldir o, nasıl da göz kamaştırır, nasıl da albenilidir, pırıl pırıl yanar âdeta, bu yanışlarıyla bile insanı etkiler.

Okumaya koyulduğunuzda görürsünüz hemen, görüp algılayamasanız da sezersiniz öyküyü, ama yine de onu tamı tamına algılamak için şöyle bir deney işe yarayabilir…

Diyelim öykü üzerine bir çözümleme yapmaya girişeceksiniz, bunun için yapmanız gereken tek şey var; öyküyü okuduğunuz metin olmaktan çıkararak kendi metniniz hâline dönüştürebilmek!

Bunu başarmanın yolu, okuduğunuz metni, kaç aralıkla yazılmış olursa olsun, her bir satır için sizin de yaklaşık bir o kadar, hatta bunun iki katı hâlinde boşluk bırakarak okumaya girişmek öyküyü. Sonrasında dönüp boş bıraktığınız satırları doldurmak.

Görün bakın, keyfine diyecek söz bulamayacaksınız… Okuduğunuz öykünün yazarına dönüştüğünüzü fark edeceksiniz çünkü.

Üstelik siz eleştirel çözümleme olarak kaleme aldığınız için, bakacaksınız ki, yazarından daha ustaca kaleme getirmişsiniz öyküyü…

Ne keyif ama!