SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜ YAZARININ ARASTASI, DÜKKÂNI…

ÖYKÜ YAZARININ ARASTASI, DÜKKÂNI…

M.Sadık Aslankara
(11.8.2022 YAZISIDIR.)

İnsanoğlu, kendine geldiği ilk çağlarda gördüklerini yorumlamaya, bunları anlayıp kavramaya çaba harcardı, günümüzdeyse kendini göstermek, ille göstermek için çaba harcayıp buna yarayışlı gedik açmak için hayatını veriyor neredeyse.

Bir an için düşüncelerimizi şöyle hallaç pamuğu gibi atalım gelin…

Ahilik, Selçuklu Türklerinin, Bektaşi-Alevi geleneği içinde Ahi Evran ve öteki öncülerin eylemi, emek, el ve işbirliğiyle on üçüncü yüzyılda hayat bulan, döneminde Avrupa’ya göre toplumsal gelişim açısından çok ileri bir lonca, daha doğrusu iş-zanaat-ustalık dizgesi, aynı zamanda elbette bir iş-ahlak örgütü.

Ahilik olgusundan söz edildiğinde hepimiz bin yıl önce geçmişte kalsa da onuruyla tarihte yerini almış bu toplumsal eylemle ilgili gurur duyuyor, bu eylemdeki kuşatıcılığın Osmanlı’nın kuruluşunda da büyük rol oynadığını öğrenince mutlu oluyoruz.

Ne var ki Ahiliğin niteliğine, işin içyüzüne dönük düşünmeye geldiğinde sıra, her zaman olduğu gibi bu zahmete girmeye gönül indirmiyoruz ne yazık ki.

Anadolu’da yer yer varlığını koruyan çarşıları, arastaları kabaca göz önüne getirin. Neler nelerdi değil mi, her birinin ardına ekleyeceğiniz “çarşı” sözcüğüyle birlikte anımsayın bütün o meslekleri; demirciler, bakırcılar, keçeciler, yorgancılar, semerciler, urgancılar vb…

O insanların her biri, çıraklıktan kalfalığa, ustalığa, işlerinin gereği yönünde geçerek bu süreçte mesleklerine liyakatle bağlılık sergilerdi. Ehil olmayana “usta”lık da yakıştırılmazdı hiçbir zaman. Ve o ustalar, her loncanın, arastanın ustaları, kendileriyle yarışırken başkasını kıskanmak, çekemezlik gibi duyguları da aşmış olurdu.

Toplum, en iyi ustaya yönelip alışveriş yapmak isterdi kuşkusuz, ama müşterisini yeterli bulan usta, geri kalanları öteki ustalara yönlendirirdi. Ama sonuçta ustalık mertebesine erişmiş, bunu ahilik işleyişi içinde hak etmiş her usta, elbette işini sürdürür, hiçbir zaman müşterisiz kalmazdı zaten.

Gelin şimdi uzun bir atlama yapalım, günümüz öykücülüğüne gelelim.

Öykünün arastaları olarak günümüzde öykü dergileriyle siteleri, fanzinleri, öykü odaklı çeşitli mahfilleri gösterebiliriz. Bütün öykücülerin buralarda, yayımladığı öyküler nedeniyle birer “öykü dükkânı” var kuşkusuz, öyküye yüz veren yayınevlerinden birinde hele bir kitabı da çıkmışsa eğer, dükkânı alabildiğine gelişmiştir de denebilir bir açıdan öykücünün.

Öykü yazarı, mesleğin ustasıysa, “öykü ustası”nın okuru onun için “müşteri” olacaktır kuşkusuz. Bundan daha doğal ne olabilir? Buradaki satışla alış olayını, kaba bir ölçümleme bağlamında almamak gerekiyor. Tinsel bir alışveriş bu, her ne denli işin ucu “maddi” bir karşılık içeriyor olsa da.

Peki öykü ustalarından her birinin bu arastada dükkânı var, bizler müşteri olarak onların öykülerini satın alıyoruz da öykücülerimizin kaçı liyakat sahibi, “öykü ustası” dersiniz? Ya başkasını çekemezlik, kıskançlık bir yana başkaları yerine kendisiyle yarışmayı seçmiş, kibir dağlarını aşmış, alçakgönüllülükle kendisini salt işine vermiş kaç öykücü sayarsınız?

Yazının girişine dönebiliriz şimdi yeniden. İnsanın ille kendini göstermek için çaba harcadığını vurgulamıştım. Yazınımızın en güçlü, iyi konumda türlerinden biri olarak öykücülüğümüzde verimini sürdüren öykücüler de, öteki yazarlar şairler kadar bütün alanların, dalların sanatçıları da kendi işleriyle, dolayısıyla kendileriyle yarışmak yerine neredeyse salt kendilerini göstermek için yarışıyor diyebilirim pekâlâ.

Kâğıt kalemden daktiloya, elektronik daktiloya, bilgisayara, bunun çeşitli programlarına geçildi, bunlar metnin üretilmesinde doğrudan rol oynayan gereçlerdi. “Sosyal medya”, kullanıcı için elbet bir işleve sahip, ama bu işlev iletişime dayanıyor, metnin üretiminde rol oynuyor değil. Buna karşın üretilmiş, yayımlanmış öykünün farklı kişilerce paylaşımında, bunun tanıtımıyla satışında da rol sahibi kuşkusuz. Ama bir yanı daha var ki, bütün sanatçılar buna çok daha teşne, kendilerini gösterme fırsatı yakalıyorlar. Whats’App da böyle, belki kısa süre içinde Tik Tok’ta görünmeye başlayacak yazarlar kim bilir, hatta kimileri yaygın deyişle Tik Tok fenomeni olmak için çabalayacaklar, öyle mi?

Öykücünün hiç görünmemesi düşünülemez, ne ki bunun bir ölçüsü olmalı yine de.

Ahi ustalarını düşünelim, elbette görünmeleri gerekirdi, ustalıkları açığa çıkmalıydı, bunun aksi düşünülebilir mi, demek ki öykücünün görünmesi, ortalıkta gezinmesi, kendisini görünür kılması öykünün okura ulaşması, onunla buluşması açısından bir zorunluluk.

Ama onu bunu dirsekleyip ille öne geçmeye, başını gedikten çıkarıp kendini göstermeye, esas oğlan olmaya dönük çabalar yok mu, işte bu yakışmıyor sanatçıya. Öykü yazarına hele hiç mi hiç yakışmıyor.