SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öykücü Sussa da Defter Kapanmaz

Öykücü Sussa da Defter Kapanmaz…
M.Sadık Aslankara
(17.01.2019 YAZISIDIR.)

Değerli yazar Faruk Duman, yayımladığı, gerek anlatı gerekse dil yapısı üzerinde uzun uzadıya durulması gereken son romanı Sus Barbatus!’ta (hep kitap, 2018) anlatıcısına şunları söyletiyor:

“Biri bize akıl almaz bir öykü anlatmayagörsün. Öykülere bayılırız, değil mi? Dinlerken, olaylar gözümüzün önünde gerçekleşiyormuş gibi heyecana kapılırız, öyküyü anlatan kişiyi de, olaylar onun başından geçmiş gibi hayranlıkla izleriz ve. Anlatılanların gerçek olduğunu dilediğimiz bile olur. Gel gör ki, öykücü sustuğunda, tıpkı bir defterin kapanması gibi. Yani alacak verecek kalmamış gibi. O korkunç ya da heyecanlı olayları unutup gideriz. Maalesef, öykülerin kaderi budur.” (Sus Barbatus!, ss.203, 204)

Yukarıdaki satırlardan öyküye dönük bir hüznün sızdırıldığını görmemek elde değil tabii. Ne var ki bunda hüzün gizlenmiş olsa da beri yandan bir sevinç de uç veriyor alttan alta. Nedir bu; öykünün gücü.

Öyle ya, anlatılırken dinlenilen, heyecanla takip edilen, hatta özdeşlik duygusu yaşanılan öykü, öykücü sustuğunda biz onu içimize dolan yanlarıyla sürdürmez miyiz?

Bu ne anlama geliyor?

Öykünün don değiştirdiğini, dinlenirken, okunurken hatta gözle başka, sesli okunurken bile çok başka, hele hele yazılırken daha da bambaşka olduğunu, türlü donlara dönüşerek farklı biçimlerde, biçemlerde kendini gösterip karşımıza çıkabildiğini.

Evet, tıpkı şiir gibi o halde, öykü de her okunuşta başka bir kimlikle çıkabiliyor karşımıza. Şimdi burada bir an durup düşünelim. Bu, aslında, öykünün içinde, kendi doğasından gelen bir gizil güç değilse ne değil mi; öyleyse anlamı bu kadar açık olgunun.

Yukarıdaki alıntıya dönersek, öyküyü okurken, buradaki dile getirişle dinlerken onu yaşıyoruz, ama öykücü sustuğunda sanki ağır bir düş kırıklığı yaşıyor, âdeta donakalıyoruz.

İyi ama öykücünün susması, defterin kapanması bir son mu yoksa yeni bir başlangıç mı, nasıl yorumlayacağız bunu? Öyle ya, bizim dışımızdaki bu defter kapandığında öykü bitiyor mu gerçekten yoksa yeni defter, yeni defterler mi açılıyor ardı ardına?

Evet, yalan değil, öykücü sustuğunda defter de kapanacaktır, ama kapanan bu defter öykünün değil öykücünün defteri olacaktır yine de. Bir öykücü susar, öteki öykücü alır sürdürür sözü de öyküyü de.

Buna göre öykücü susabilir ama öykünün susması mümkün değil. Kaldı ki dinleyenin, okuyanın, bırakalım bunları yaşayanın da dizi dizi öyküye sahip olduğu, öykücü sustukça anlatanın, yazanın yerine dinleyenin, okuyanın kendi öyküsüne geçiş yapacağı, öykünün bırakın anlatmayı dinlemeyi, yazıp okumayı, yaşantının içinde bile yuvalanıp mayalanacağı apaçık.

Yapmamız gereken tek şey, öykülerimize yol verip kendi yolculuklarına uğurlamak olmalı onları. Böyle olduğunda öykü hep sürdürecek yolculuğunu.

İşin gerçeği, çok yönlü bir öykü senfonisi bu, herkesin kendi öyküsünü sunduğu bir şenlik, panayır; öykü kermesi.

14 Şubat Dünya Öykü Gününe kadar, aynı zamanda Sevgililer Günü olduğuna göre bu tarih, aşktan pay alıp biraz da öykü sanatına yoğunlaşalım ne dersiniz?

Öyleyse şunu söyleyebiliriz; öykücü sussa da defter kapanmaz. Tıpkı aşk gibi…