SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZE DOĞAN YENİ BİR AD; ESENDAL…

ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZE DOĞAN YENİ BİR AD: MEMDUH ŞEVKET ESENDAL

M.Sadık Aslankara
(20.04.2023 YAZISIDIR.)

Ayırdındayım, “ironik” bir başlıkla giriyorum yazıya.

Öyle ya doğumunun 140, ölümünün 70. yılında, telif haklarının bile artık kamuya geçtiği bir evrede Memduh Şevket Esendal’ı, “Öykücülüğümüze Doğan Yeni Bir Ad” gibi bir başlıkla nitelemek, koyu cahillik değilse eğer, olsa olsa ironik bir göndermeden başka ne anlama gelir, apaçık ortada bu.

Ancak bir de öteki yüzü var madalyonun; günümüz insanını geçtim, öyküde 2000’lerde alana katılan gençlerin, genç derken öykünün hem okurlarını hem yazarlarını kastediyorum, asla azımsanamayacak bir bölüğü, Memduh Şevket Esendal’dan söz edildiğinde, yüzlerine yansıyan anlam şakımalarından bu büyük yazarımızı pek de tanımadıkları anlaşılıyorsa eğer söylenecek söz kalır mı? E, o zaman öykücülüğümüze yenice katılmış bir ad olarak anmak onu, inorik olmakla birlikte bir gerçekliğin de altını çizmek anlamına gelmeyecek midir bu durumda?

Öyküleme sanatında geleneksel giriş, bitiriş türünde bocalamalar yaşamayan bir yazardı o. Yaşamın içinde öyküyü gören, onu, yani öykü olan ne varsa bu en genel hayatın içinde bu öğeleri anında gören, kaleminde mıknatıs varmışçasına çekip öyküsüne katan, bunu yeniden yapılandırıp okura sunan, sonuçta okurda bu yaşantıyı öykü yoluyla kendisine yeniden kurdurmayı başaran bir yazar: MŞE olarak da bilinen Memduh Şevket Esendal ya da Esendal, kendisinin dillendirişiyle “Meşe”.

Bu çerçevede öykülemede Burhan Felek’in “Vatandaş Ahmet Efendi” hikâyelerinden MŞE öykülerini ayıran neredeyse en “hassas” yanı vurgulayıp öyle gireyim yazıya. Çünkü kısa öykünün dil-mantık yapısı, öyküsel derinlik dikkate alınmadan bir karşılaştırmaya girişmek, Memduh Şevket Esendal öykülerine karşı cinayet olacaktır.

Öyküyü asker gibi yürüyüş kararıyla başlatıp “Kıta dur!” emriyle bitirmek gibi bir eğilim, yönelim, yaklaşım olanaksız, çünkü her yazar, “kısa öykü”yü türün kendi içyapısına dayalı bir uyarlıkla kurmak zorunda zaten.

Her öykücü, yaşamında bir kez de olsa Poe, Maupassant, Çehov vb. öykülerine benzer öykü yazma isteği duyabilir, böyle bir deneyime de girişebilir pekâlâ. Ama MŞE öykülerinde farklı bir tutum görülüyor, o, görece “öyküsel ergenlik” dönemi diyebileceğimiz ilk evrede genelde kendisini bir anlatıcı olarak algılatıyor denebilir daha çok. Ancak sonrasında artık hep bir Çehov konumu sergiliyor neredeyse.

Her ne kadar Vecihi Timuroğlu, MŞE öykücülüğünün Çehov’la ilişkilendirilişini “abartmalı” bulsa da Memduh Şevket Esendal, yine Timuroğlu deyişiyle “yabancı kokmayan ilk öykücümüz”. Gerçekten de onu öyküde Türkçe yazan bir Çehov kadar etkileyici bulabilmek olanaklı bana göre. Zaten onu “öykü mıknatısı” gibisinden bir nitelik kazandıran yanın Çehov’dan mülhem olduğu da kestirilebilir kolayca.

Tıpkı Çehov gibi, öykü kişilerini konuşturma yönündeki ustalığı da göz kamaştırıcı MŞE’nin. Tiyatroya yatkın metinler olduğu da söylenebilir bunların, söyleşimler zaten alabildiğine parlak. Bu açıdan Çehov gibi Esendal’ın da tiyatroyla içlidışlı olmasını dilerdi gönül.

MŞE, bize, gülmenin ardında öylece duraduran olgunun acıtıcı yanını hem de hiç sezdirmeden büyük ustalıkla algılatmayı başarıyor her öyküsünde. Kimi örneklerde, kendisini kolayına ele vermeyen bir gülümsetici tutumla bunun komediye evrilen yanını da sergileyebilen bir öykü ustası o. Bana sorulursa bizde Çehov’u, neredeyse birebir yansıtan öykücü dediklerinde gösterilebilecek ilk ad MŞE.

Başka coğrafyalar, kentler, uzam bir yana, MŞE öykülerindeki Ankara, olabildiğince özel bir konumda okur önüne serilir; buradan bakıldığında Ankara kent monografilerinde Memduh Şevket Esendal metinlerine özel bir ilgiyle yaklaşmak kaçınılmaz hale geliyor. Ankara’nın yanına cumhuriyeti de ekleyebiliriz. Bu yüzden cumhuriyetin ve Ankara’nın önemli öykücüsü gözüyle de bakılması gerekiyor kendisine.

Kaldı ki bunu salt Ankara özelinde düşünmek de doğru değil. Görece bir ülkenin, toplumun imparatorluktan cumhuriyete geçiş süreci bağlamında yaşadığı demografik, ekonomik, kültürel, toplumsal, dinsel, cinsel vb. bütün değişimler dikkate alındığında yazar böyle bir amaç taşımamış olsa da MŞE öykülerinde bütün bunların uçtan uca işlendiği gözden uzak tutulmamalı.

Nitekim Memduh Şevket Esendal’ın, pek çok dönüşüm içeren dilsel devrimin, toplumsal-bireysel yaşamda yol açtığı farklı eğilimleri, TDK tarafından yayın yaşamına alınan Türk Dili dergisinin ilk sayısında yayımlaması (“Rüştiye” [İhtiyar Çilingir, 1984] 1 Ekim 1952) bu çerçevede anımsanabilir.

Nitekim kadınlara, öykülerinde açtığı yerle, ayrıca üzerinde durulması gereken kalemlerden biri MŞE. Behiyeler, Besimeler, Cavideler, Berrinler, Nazlılar, Sıdıkalar daha nicesi, sonra Kızıma Mektuplar’da yer alan satırlar, Esendal öykücülüğündeki kadıncı tavrın altının nasıl da koyu bir biçimde çizilmesi gerektiğini gösterir bize.

Son olarak onun, pek çok öykücünün soyutlayım dönüştürüm amacıyla kaleme getirdiği. metne bir tür vaaz girdirme eğilimine sırt dönüp bunu öykünün kendisine bırakan bir ustalığı da söz konusu bu öykücülükte. Öte yandan öyküde kavramsallaştırmanın da okura bırakılması, kuşkusuz bir yazarlık ustalığı.

kitap-lık dergisinin, MŞE özel sayısı için tam da benden yazı istediği günlerde Bilgi Yayınevi de MŞE öykücülüğü üzerine “Sunuş”la birlikte iki cilt halinde “Bütün Öyküleri” seçkisi hazırlamamı önerince MŞE öykücülüğü üzerine bundan sonra da yazmam gerekeceğini düşündüm ister istemez.

Evet sitede Memduh Şevket Esendal yazılarım sürecek öyle görünüyor.