SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Öykümüz Kadınlarıyla Yol Alıyor…

M.Sadık Aslankara (24.8.17 yazısıdır.)

Öykücülüğümüzde bir “kadınlar kolu” olduğunu biliyoruz artık. Dahası, diyelim öykücülüğümüz konusu işlenirken, çatı eğer bu veri temele alınarak kurulmuyorsa, bu türdeki çıkarsamaların gerçekçi bir temele oturmayacağı da göz ardı edilmemeli.

Sonda söyleyeceğimi deyivereyim hemen; başlıktaki gibi tıpkı öykücülüğümüz, kadınlarıyla ilerliyor bana göre. Öykü, “kadınca” bir sanat, âdeta “kadın sanatı” da ondan. Çünkü kadın varlık, kendi doğasıyla tam bir anlamlandırma ortaya koyabiliyor. Bu doğrultuda imgelerle, göndermelerle içlidışlı kurulan anlatı örüntüsü; metaforlara, eksiltiye, suskuya ya da laytmotiflere dayalı aktarım kıvraklığı; ayrıntıları tam zamanında sözdizimine yerleştirme ustalığı; yan anlamlarla parlayan çakış-yanış yaratma becerisi kadın yazarlarımızın öykülerindeki anlamlandırma ormanını doruğa çıkarıyor.

Bütün bunlar, aslında Anadolu kadınlarının yapıp etmelerinde apaçık gözlenebilen, bu doğrultuda neredeyse birer genetik taşıyıcı bağlamında alınabileceği veriler. Dikkatli bir gözlemle bu saptamalara varabilmek olanaklı bana göre.

Kaldı ki kadın yazarlarımız, 1940’lar sonundan 60’lar sonuna dek yayılan süreçte bunu apaçık gösteriyor da. Demek ki sonuçta şöylesi bir veriyle karşı karşıyayız: kadın varlık, ayrıntıyı algılayıp görmede, seçmede, bunu değerlendirmede erkeğe göre çok daha başarılı. Nitekim Scientific American’da yer alan haber bunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Rita Urgan’ın aktarımıyla haberden kimi ayrıntıları paylaşayım:

“Araştırmaya göre erkekler dünyayı belli sınıflara ayırarak ele alırlarken, kadınlar olayları koşullarına bağlı olarak değerlendirme ve siyah beyazın dışındaki gri tonları daha çok görebilme eğiliminde oluyor.” “Sonuçta erkeklerin bir nesneyi belli bir gruba tam olarak dahil etme ya da etmeme eğiliminde oldukları, buna karşılık kadınların genelde nesnelerin kısmen bir gruba girdikleri yönünde karar verdikleri görül(üyor).” Bu, “kadınlarla erkeklerin dünyayı farklı algıladıklarına işaret ediyor.” “Bunun çok farklı nedenleri olabilir. Olası bir neden, farklı cinslere yüklenen toplumsal rollerin erkeklere daha kesin, siyah-beyaz bir bakış açısı getirmesi olabilir.”

“Araştırmalar erkeklerin -sınıflar ve genellemelerden yararlanarak- daha soyut düşüncelerle ilgilendiklerini, kadınların ise -somut durumlar ve ilişkiler açısından- daha çok konuya özel düşünceler üretme eğiliminde olduklarını ortaya koyuyor.” (Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 4.11.2011, Sayı.1285)

Altı yıl öncesinden aktardığım, sözgelimi “ kadınlar(ın) erkeklere kıyasla çok daha büyük bir çekince duygusuna kapıl(dığı)” gibi, bir yanıyla toplumsal cinsiyet rolleriyle de ilişkilendirilmiş görünen bu veriden kalkıp bunu günümüzde daha da ileriye taşıyıp geliştirmenin öngörülebileceği ortada.

Örneğin kadınların, erkeklere oranla daha erken olgunlaşmasına koşut, görece daha erken bir çağda, yavrulamadan, çevrede olup bitenleri yerli yerine oturtmaya dek farklı deneyimlerle nesne-ses ilişkisi kurarak, özellikle dildeki yaratılarıyla, üretimde kimi teknikleri geliştirmeleriyle insanlaşmaya katkı sağladıkları da biliniyor ayrıca. Bunun tersini gösteren kimi örnekler de olsa, böyle bir genelleme yapmayı olumsuzlamaz yine de bu durum.

Biz bunun somut örneğini kendi kadın öykücülerimizi gözleyerek, onların yazınımıza taşıdığı o büyük enerjiye bakarak, öykücülüğümüzdeki ön açıcılıklarını görerek teslim ediyoruz, etmek durumundayız.

Gerçekten kadınlar zaten öykülerin içinde yaşıyor. Tek iş, ellerine kalem kâğıt alıp yazmaya girişmeleri, bu konuda sebatkâr davranıp direnleri demek ki.

Evet sevgili kadınlar, yazınımız, sizlerden öykü bekliyor!