SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜNÜN GEÇMİŞİ GELECEĞİ…

ÖYKÜNÜN GEÇMİŞİ GELECEĞİ…

M.Sadık Aslankara
(01.12.2022 YAZISIDIR.)

İlk öykü kitabı Ah Bayım Ah (Bilgi, 1975)  yayımlandığında yazınımızdaki farklı biçemiyle öykücülüğümüzün 1970’ler yükselişinde rol oynayan kalemlerden Nazlı Eray’ın, bu kez aynı zamanda “Onur Yazarı” seçildiği TÜYAP İstanbul 39. Uluslararası Kitap Fuarında kapılar, bir geri sayışla açılmayı bekliyor.

Okuru yazarıyla öykücüler, öyküseverler 3-11 Aralık tarihlerinde açık kalacağı süre boyunca fuarda öykü sanatına, bunun örneği bağlamında alınabilecek öykü kitaplarına gereken ilgiyi gösterebilecekler mi dersiniz?

Bugün ülkemizde bırakın yüz binleri, milyonlarla öykü okuru olduğunu kestirmek, bana kalırsa hiç abartı değil. Gerçekten de öykü sanatına yatkınlığını halk hikâyelerinden taşıyagelen halkımızın ta masal atalarından, nağıllardan birike yığıla bu anlatı birikimini günümüzde hâlâ sahiplenmeyi sürdürdüğü bir çırpıda öngörülebilir kolayca.

O halk hikâyeleri orada, halkımızın kültür belleğinde, kişilerin akıl-duygu dünyalarında duruyordu öylece. Onlara, yaygınlıkları coğrafyaları aşan Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber vb. halk hikâyelerini, bunların sayısız değişkelerini eklemleyebiliriz.

Bütün bunların üzerine cumhuriyetin kazandırdığı dinamizmi de düşünün.  Böyle söylendiğinde kimileri yadırgayabilir bu öne sürüşü. Tek bir soru buna yanıt vermeye yetecektir.

Sözgelimi öykümüzün kurucusu bağlamında alınabilecek Ahmet Mithat’ı Osmanlı toplumunda acaba kaç kişi tanıyordu, oran olarak nüfusun ne kadarını oluşturuyordu? Oysa bugün cumhuriyet döneminde Ahmet Mithat’ı, okullardan tutun da hayatın farklı alanlarına dek uzanan bir yelpazede ne kadar insan tarafından tanıyor olabileceğine getirin konuyu, yanıt kendiliğinden çıkar ortaya.

Ömer Seyfettin’e, Hüseyin Rahmi Gürpınar’a, Refik Halit Karay’a, Reşat Nuri Güntekin’e, öteki yazarlarımıza, biraz daha yakınlardaki Sabahattin Ali’ye, Sait Faik’e, Haldun Taner’e, Orhan Kemal’e, daha yakın yılların Cemil Kavukçu, Mustafa Kutlu gibi adlarına, nice öykücüye hiç uğramadan, demek ki milyonlara varan bir öykü okuru varlığından, birikiminden söz edebiliriz bir çırpıda.

Kemal Gündüzalp, yoğun emekli çalışması sonunda ulaştığı kimi sayısal verileri paylaşıyor. Gündüzalp’e göre, öykücülüğümüzün başlangıcı Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelât-ı Aziz Efendi’siyle 1852 olarak alındığında bu tarihten başlayarak 1999 yılı sonuna kadar 754 ilk öykü kitabı yayımlanıyor. Demek ki 147 yıl içinde 754 öykücü ilk kitabını yayımlamış oluyor. Burada dikkati çeken bir nokta da şu: İlk öykü kitabından sonra uzun süre, yaklaşık 20 yıl öykü kitabı yayımlanmamış. Örneğin 1860’lı yıllarda yayımlanan öykü kitabı bulunmamaktadır. Sonraki yıllar da (2000’ler) eklendiğinde öykücülüğümüzün 167 yıllık tarihinde bugüne kadar toplam olarak 4.156 yazar öykü kitabı yayımlamış görünüyor.

147 yılda yayımlanan ilk öykü kitabının aslında çok az olduğu belli. Yalnızca 2000’li yılların ilk basamağında (2000-2009) yayımlanan ilk öykü kitabı bile bu sayıyı geçmektedir. Başka deyişle on yılda yayımlanan ilk öykü kitabı sayısı 147 yılda yayımlanan toplam kitap sayısından 113 fazladır. Bir de şu önemli: Onlu yıllara göre bakıldığında yayımlanan ilk öykü kitaplarında doğrusal bir artış var.

Kemal Gündüzalp’in henüz yayımlanmamış kitap dosyasından aktardığım bu sayısal veri, aslında öykücülüğümüzün göğüs kabartıcı bir konumda bulunduğunu gösteriyor apaçık biçimde. Ancak günümüz öykücülüğünün, halk hikâyeciliğinin artık tamamen dışında güçlü bir anlatı sanatı bağlamında aktığını, bu niteliğiyle çağdaş Türk öykücülüğü olarak dünya öykücülüğüne karışıp bu büyük gövde içinde ana damarlardan birini oluşturduğunu söyleyebiliriz kolayca.

Buna göre geçmişten günümüze, bugünlerden geleceğe uzanan çizgide öykücülüğümüzün önemli bir gelişim gösterdiği ortada.

Bütün bunlar, hiç kuşku yok ki cumhuriyetin, insanımızı bireyleştiren gücüyle ortaya çıktı ve cumhuriyetin sağladığı olanaklarla yurttaşlar, sıradan birer “küçük insan” da olsa kendi hikâyesine kavuştu. Özetle her bir insanımız, kendi kişisel hikâyesinin insanına dönüştü, üstelik birbirinin hikâyesini de paylaşır ve yayar hale geldi aynı zamanda.

Bu, tüm toplumun geçirdiği muazzam bir değişim ve dönüşümdü elbette. “Anadolu Aydınlanması” olarak anılan olgu da bunu, bütün bunların hikâyesini anlatıyor işte.

Zaten “hikâyesi olan insan” olgusu, aydınlanmayla ortaya çıktı, merkezi otoriteyle raptı zapt altına alınan insanın duygu-düşüncesi de belki ilk olarak bu hikâyeler yoluyla çimlendi, yeşerip ortaya çıktı, serpildi, alabildiğine yayıldı. Günümüzde insanların, çocuklarına “öykü” adını vermesi bile bu anlamda somut, güzel bir örnek.

Üstelik toplumda artık herkes, kaleme sarılmış durumda, herkes kendi hikâyesini yaratıp bunu yazıyor, birbirinin yarattığı, yazdığı öyküleri okuyor.

Bir ayırıcı yan artık kadınlarımızın da hikâyelerinin olması, hikâyesi olan kadınların yazmaya koyulması. Kadınlar okumuyor salt, yazıyorlar da.

Evet, milyonlarca öykü okuru, günümüzde halk hikâyelerinden geleneksel tatlar alarak beslenseler de modern birer öykü okuru, çağdaş birer öykü yazarı olarak cumhuriyetle birlikte kucak kucağa geleceğin aydınlık yıllarına akıyor.

Öykücülüğümüz, kaleme alınan öyküler aracılığıyla cumhuriyeti yazarken, cumhuriyetimiz de öykümüzü biçimlendirmeyi, onu etkilemeyi, önünü açmayı sürdürüyor.

Cumhuriyetimiz, öykümüzün okur pınarı aynı zamanda.

Konuyu buradan sürdüreceğim.