SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Roman Fabrikası…

Roman Fabrikası
M.Sadık Aslankara
(23.11.2017 YAZISIDIR.)

Roman verimini sürdüren her yazarın görece bir roman fabrikası kurduğu türünde bir düşünce üretilebilir mi?

Peki, böyle midir gerçekten? Romancıların bir roman fabrikası mı vardır? Bu fabrikalarında önceden tasarımı yapılmış romanlar mı üretilir?

Ne dersiniz, biraz deşelim mi konuyu…

Bizde roman yayımlayan yazarların büyük bölümü, neredeyse tamamına yakını, yeni arayışlar, deneysel açılımlar, sıra dışı bakışlar yerine ilk yaptığının değişkeleri halinde roman yayımlama eğilimi sergiliyor. Başta nasıl yazmışsa biçemsel anlamda bunu yineleyerek, başlangıçta kurdukları kalıba uygun model yönünde roman kaleme almayı sürdürüyorlar. Söz konusu yazarların herhangi romanını, bir iki biçim değişikliği dışında öteki romanlarından ayırmak neredeyse olanaksız hale geliyor.

Yazarlar, yoğun çaba göstermek yerine, diyelim ilk yayımladıkları romanın değişkesini mi üretiyor hep? Gerçekten böyle bir sav öne sürülebilir mi? Öne atılıp da bu soruya şıpın işi yanıt vermeye girişmemeli yine de, çünkü buna aykırı örnekler böylesi genellemeyi çürütmeye, temelsiz kılmaya yeter bir anda. Zaten birkaç hafta sonra “yeni roman” konusuna da gireceğiz birlikte.

Ama biz romanda bir “seri üretim” yapılıyormuşçasına düşünce üretmeyi sürdürelim şimdilik. Nitekim “öykü butiği” yanında “konfeksiyon roman”dan söz etmişsek eğer, bunun fabrika üretimini dayatmasından daha olağan ne olabilir türünden bir soru da gelmiyor değil burada önümüze.

O zaman işte, sanatla zanaatı birbirine dolayan ya da birbirinden ayıran o önemli can damarının üzerinde duruyoruz demektir. Bir sanatsal üretim için sanatın gereksineceği zanaatın da hakkıyla yerine getirilmesi zorunlu çünkü. Bütün öteki sanat türlerinin de gereksineceği gibi. Ne var ki iş, yalnız bu zanaatı yerine getirmek biçimine dönüştüğünde, yaratıcı sanat da boynunu bükecek, kendiliğinden sönüp gidecek demektir bir biçimde.

Hele konfeksiyon üretime karşı çıkarken, üstelik fabrika üretimine uzanıyorsa, artık sanatsal sorunun ötesinde, sanatın varlığının bile tartışılır hale geleceği kestirilebilir bu durumda.

Demek butiğe çevirip el işine ne kadar dönersek ancak o zaman özgünleşecek çalışmamız, ne denli konfeksiyona, ötesinde fabrika üretimine kayarsa bir o kadar sanat olmaktan çıkıp zanaata kayacak.

Hoş çağımızda yüklenen programlara dayalı değme yazarların ancak üretebileceği özgün yapıtlar da gerçekleştirebiliyor bilgisayar aracılığıyla. Artık robot yazarlar çağına girdik, girmek üzereyiz. Yakın zamanda belki yazarlar böylesi farklı bir baskılamayla da karşılaşacaklar. Bilmiyoruz henüz. Ama bugün yaşanılanlar, yakın zamanda bunun düş olmaktan çıkacağını gösteriyor açık seçik.

Göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik de bu. Demek ki yazarları bekleyen böylesi tehlikeler var… Yazarlığın genetik kodları üzerinde oyunlara değinen bir yazı kaleme almıştım yirmi yıl önce. “Deneme” ana başlığı altında yüklenen bu yazıya da göz atılabilir bu arada.

Buraya kadar söylediklerim, bir roman distopyası bağlamında kabul edilebilir pekâlâ. Oysa artık bir “butik roman”dan söz etmek de olası günümüzde. Belki bizde bu yönde yoğun örnekleme getirilemez, ancak olgu göz ardı edilmemeli yine de.

Gerçekten roman coğrafyamıza bakıldığında bunların tarihsel, siyasal olgulara ya da insan ilişkilerine, aşka, polisiyeye özgülenmiş, düz değiştirimli ya da fantastik yapı yansıttığı görülüyor genelde. Görece deneysel olana, yeni arayışlara dayalı sıra dışı açılıma pek rastlanmayışına bakılarak, roman sanatımızdaki düzeyin buralarda gezindiği anlamı çıkarılmamalı yine de bundan.

Bizim romanımızda da bunu kanıtlayan azımsanmayacak sayıda tekil örnek gösterilebilir çünkü. Başka dillerdeki roman örneklerine kabaca göz atıldığında ise roman sanatında gelinen düzeyin nerelere ulaştığı görülebiliyor.

Ama bizde romanın, genel anlamda, hâlâ geleneksel düzlemde üretildiği de bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor ne yazık ki.