SAİT FAİK ÖYKÜ EVİ…
M.Sadık Aslankara
(14.5.2020 YAZISIDIR.)
“Sait Faik Öykü Evi” diyorum, “öykü odası” değil.
Eskiden salon-salamanje diye övüle, nitelene evler vardı. Girdiğinizde bir daireye, arka arkaya kapılardan geçer odalardan odalara katılırdınız. Karanlık odaları değil kilerleri, yüklükleri olurdu.
Çepeçevre dört yanından ışık alırdı evler; güneş evlerin içine dolar, evlerin içinden çekilir giderdi.
Sait Faik öyküleri, işte böyle bir ev; büyülü bir dünyanın içinde gezdiren insanı, yaşama sevincini kabartıp iç ferahlığı yaratan bir öykü evi.
Evin uğurböceği tay tay yürüyen çocuğu, sarman kedisi, köşe koltuğuna yerleşmiş fosfor parıltısı yayan büyükannesi, gazetesine gömülü dedesi. Sonra dipdiri oynaşlı, kayış kıvranışlı genç anne babası…
Tabii kitaplığı. Ama nasıl? Yersiz değil ama bir yeri de yok kitapların. Bu yüzden her yer kütüphane, her yer öykü. Buzdolabını açın kitap, kurnaya eğilin kitap, soluklanmaya gömülün koltuğa, am-man dikkat, kitap…
İşte Sait Faik Öykü Evi, harala gürele alevlerle yükselen, yanışlarla insanın havını uçuran bir öykülük bu. Deyin ki keklik sekişli bir öykü ülkesi.
Her evde bir köşe taşı olur ya, ezel ebed varmış gibi kafada geride bir yerlerde öylece duran, yokluğu asla akla getirilemeyen, evin temel direği. Sait Faik de işte böyle bir yanılsamanın simgesi aynı zamanda.
Kim, Sait Faik mi? Haa…
Tam Sait Faik’lik, değil mi? Haa…
Sanki öykünün isyancısı değil de sinik şamar oğlanı. Nasılsa eksik edilmeyecektir, bir yerlerden başını uzatıp kendini gösterecek, bizi de öykü gerçekliğine davet edecektir, eh, dursun o zaman işte orada, bir köşede…
Öylece uzaklaştırılır, evin öte köşesinde unutuluşa terk edilir artık neredeyse. Nasılsa bizimdir öyle değil mi, orada öylece bekler bizi, önemli değil bugün değilse yarın, değilse ferdası gün uğrarız yanına. Buluşur, konuşur, gülüşürüz.
Hişt, deriz, seni seni,
Bizim Sait’imiz değil mi, nasılsa durup bekliyor orada, bir ara uğrarız canım yanına, kaçacak değiliz, bekler bizi.
İşte öyle deyiverirsiniz, Sait Faik ölür, bir kez daha ölür, her gün yeniden yeniden ölür. Yaşadığını sanırız ya, dokunsak, kül olmuştur, dökülür kalır.
Onu yaşatmanın yolu, her gün her gün uğramak yanına, hal hatır sormak. Sevmek onu, nasıl sevmek? Dinlemek onu, anlatacağı öyküleri, her seferinde ilk kez duyduğumuzun ayırdına varıp beynimize işlemek sonra bunları.
Aaa, hiç bilmiyordum bu öyküyü, demek. Allah allah, hiç duymamıştım bunu demek, hadi tekrar anlatsana Sait Faik demek, hadi bir daha, bir daha…
Yaşamadığınız ev, yaşatmadığınız öykücü sizin değildir.
Sait Faik (1906-11 Mayıs 1954) yaşıyor elbette, onu yok etmeye kimin gücü yeter?
Zaten şimdiden kolları sıvamıştır öykülerinden derme çatma ev yapmaya niyetlenen yapsatçılar. Çok değil dört yıl sonra yetmiş yıllık süre dolduğunda telif hakkı artık kamuya geçecek, Sait Faik’in öyküleri, haraç mezat herkesin evine girecek zaten.
Sizin de bir Sait Faik’iniz, Sait Faik’li eviniz olacak.
Siz, siz olun, şimdiden kurun Sait Faik evinizi.
Evinizde bir ebemevi; Sait Faik Öykü Evi.