SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; SANATIN BİR PAYDASI OLARAK TİYATRO…

SANATIN BİR PAYDASI OLARAK TİYATRO…

M.Sadık Aslankara
(06.10.2022 YAZISIDIR.)

“Yeni mevsim” başladı. Tiyatrolar arka arkaya perde açıyor, sinemalar festivallerle salonları süslüyor.

Bütün sanatlar, yaşamın içinden doğdu elbette, bir öykünme, oyun temelinde. Bunlar yaşamın damıtılmasına dönük işleviyle birer yaşam gevişlemesi oldu hep. Resimden müziğe, şiirden dansa bu sanatların tümü tiyatroda kendine yer buldu, tiyatronun bağrında mayalandı, varlığını özgürce besleyip geliştirdi.

Binlerce, on binlerce yıl önce yaşandı bunlar. Şaman bir tiyatro yönetmeniydi, bu kutsal sanat ayininin yöneticisi, tüm sanatların temsilcisiydi, derken matruşka bebekler örneğindekine benzer kendi içinden başka başka şamanlar doğurdu baş şamanlar.

Tiyatronun bu yaratıcı doğurganlığıyla derinliği konusuna yönelirken gelin önce ufkumuzu açalım. Memet Fuat’ın şu sözlerindeki anlamsal ağırlığı aralamaya çalışalım:

“Ne demek ‘slogan’? Kısa, çarpıcı bir propaganda sözü. Herhangi bir düşünceyi, bir kanıyı yaymak, ondan yana olanları çoğaltmak için söylenen yoğun bir söz. / Ne kadar yakın şiire! Şiirin bir tanımı da ‘sözün yoğunlaştırılması’ değil mi? Bir düşünceyi kısa, çarpıcı, yoğun bir söyleyişle iletirseniz ‘slogan’ oluyor… Sözcüğü değiştirip ‘şiir oluyor’ da diyebiliriz… / “Şair kendi şiirselliğini kendi yaratmalı, kullanılmış, orta malı, ölü şiirselliklere uzak durmalıdır. Arkadan gelmemeli, öne geçmelidir.” “Kısacası, deyimlere yaslanarak yazmak yaratıcılık açısından genç şair için ne kadar körelticiyse, sloganlara yaslanarak yazmak da o kadar körelticidir…” “Slogan kullanmaya değil de, şairlerin slogan yaratıcılığına bakarsak, ‘şiir’ ile ‘slogan’ın çok daha yakın durduklarını görürüz.” “‘Slogan’ sözcüğü, aslında, ‘savaş’la, en azından ‘savaşım’la kökten bağı olan bir sözcük. ‘Sluagh-ghairm’den geliyor: Savaş çağrısı, İskoçya dağlarındaki klanların savaş durumunda bir araya toplanmak için dağdan dağa bağırışları. Zamanla anlamı, yazılışı değişmiş. Kısa, çarpıcı bir propaganda sözü olmuş.” “Şimdi de şairlerimizden şöyle aklımıza geliveren bir iki örnek üzerinde düşünelim: / ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar’ / Bu bir dize. Sağcı bir şairin olduğunu söylesem, dirensem de inanmazsınız. Neden? Çünkü ‘slogan’ niteliği kazanmış, kullanımla ‘sol’a bağlanmış… / Çok yaygın bir başka söz: / ‘Bir gün mutlaka'” “Yasakçılar, ‘Şiire slogan girmez!’ diye tepiniyorlar, oysa dışardan içeri girmesin diye uğraşırlarken, bakıyorsunuz, böyle içerden dışarı çıkıveriyor sloganlar… / Şairlere yol göstermek kimseye düşmez, yasaklar koymaya hiç heves edilmemeli bu alanda…” (Memet Fuat; İki Yönlü Yozlaşma, Yapı Kredi Yayınları, 1995, ss.137, 138, 139)

Memet Fuat’ın söylediklerini tiyatro paydasında düşünebilirsiniz pekâlâ.

 

“Tiyatro”, bizim içimizde, unutmayalım, insanoğlu sözgelimi anal, oral evrelerden geçercesine bir tiyatral evreyi de yaşıyor, “güzel”e böyle varıyor, yaşamı boyunca durmaksızın bunu arıyor bir bakıma, hep güneşe dönercesine.

Melih Cevdet Anday, şöyle diyor “güzel” için:

“Bütün güzel sanatların konusu (belki de amacı) olan güzellik… / Güzellik kavramı bir tümeldir, güzel kız, güzel şiir, güzel resim değil, güzel. / Onu biz yaratmışız, dışımızdaki dünyada bir karşılığı yok, ama inanıyoruz ona, dahası tapıyoruz, ne olduğunu bilmeden. / Tümellerden hiçbirini görmemişiz… İmgelemimizde canlandırabiliyoruz. Hayır, hayır canlandıramıyoruz da, onun görüntüsünü yaratmaya çalışıyoruz. / İşte bütün yaratılarımız bu görüntüler çevresinde oluşmuştur. Hem uydurma, hem gerçek. /…/ Güzel olan, uydurma olandır; yarattığımız uydurma dünya içinde oyalanıp gidiyoruz. / Bizim gerçek dünyamızdır o, hiç kuşkum yok…” (Cumhuriyet, 5.12.1995)

Elbet “çirkin” de estetize edilebilir, bu demek değil ki çirkin, güzel olarak algılanır, hayır, ama çirkin, yine de güzel bir biçemle gösterilebilir. Bu demek değildir ki çirkin, güzel tümeli altına girer o zaman, hayır. Dönüldüğünde felsefeye yeniden, böyle olmayacağı görülür,

Biz, gelin tiyatroyla sürdürelim. “Tiyatro” paydasından kalkıp bu payda temelinde popülizmin batağına kapılabilecekler için dünya tiyatrosunun büyük yetkelerinden Stanislavski’nin söylediklerine uzanalım bir çalım. Stanislavski, “sanatın sömürülmesi” olgusuna eğilirken aslında “çirkin”i bir yanılsamayla “güzelleştirmeye” çalışanların popülizmle işbirliğini imliyor aslında:

“Ne yazık ki, sanatımız kişisel çıkarlar uğruna sık sık sömürülür. (…) … Ün kazanmak iğreti bir başarı sağlamak ya da bir geçim yolu edin(erek) yaparlar… Bizim uğraşımızda bunlar her zaman görülen garip olaylardır… / Şimdi söyleyeceklerimi hiç unutmayın: tiyatro, reklamcılığı ve gösterişçiliği yüzünden, sadece güzelliklerini işletmek, sadece geçim yolu edinmek isteyen çoğu kimseleri kendine çeker. Böyleleri, halkın bilgisizliğinden, beğenisizliğinden, kayırıcılıktan, düzencilikten, uydurma başarıdan, kısaca, yaratıcı sanatla şu kadarcık ilgisi olmayan daha birçok araçlardan faydalanırlar. Bu sömürgenler sanatın düşmanıdırlar. Bunlara en amansız önlemleri uygulamak zorundayız. Böylelerini edebilirsek ıslah etmeli, edemezsek defetmeliyiz. (…) ‘Siz buraya sanata hizmet etmeye, sanat uğrunda özveriliklere katlanmaya mı, yoksa kendi kişisel çıkarlarınız için sanatı sömürmeye mi geldiniz?” (Stanislavski; Bir Aktör Hazırlanıyor, Çev.: Suat Taşer, Dost, 1988, s.38)

Usta, böylece, “sanatta kendimizi değil, kendimizi sanatta sevmemiz gerektiği” ilkesini somutluyor bir biçimde, çirkindeki popülizm tuzağına karşın.

Tiyatro paydasından kalkarak bunu şöylece açımlayabiliriz o halde. Kendimizi, tiyatroda ya da sanatın herhangi dalında yaptıklarımızla bütünleştirmeli ve ancak bu emekle kendimizi sevmeliyiz.

Ahlakla bütünleşmiş bir güzellik sevgisi, daha başka nasıl anlatılabilir?