Sanatsal Kurmacada Yapay Güdüleme…
M.Sadık Aslankara
(6.9.2018 YAZISIDIR.)
Artık edebiyat, sinema, genelde sanat bir yaratma eylemi olmaktan çıkarılıp tasarım olgusuna dönüştürülerek belirli “konsept” yönünde yeni bir kılıfla, ama genetiği bozulmuş, sanat edimi olmaktan çıkarılmış halde önümüze sürülüyor.
Evet, önde yazar var yine, ama arkada bir “yazar fabrikası” çalışıyor. Hatta önde eleştirmen varmış gibi görünse de arkada tam kapasiteyle çalışan bir yazar fabrikası söz konusu yine de.
Bu durumda sanatsal kurgulamaya dönük eylemde bir sanatçı için iki tehlike söz konusu; 1. Sanatın genetik yapısını koruyamamak, 2. Sıradanlaşmaya karşı direnememek.
Nicedir günümüz konusu olmaktan çıktı bu tür edebiyat sorunları. Çünkü sanata da “proje / tasarım” gözüyle bakılıyor artık. Gerçekten de yıllar önce bu konuya değgin düşüncelerini paylaşmış, aşağıda kendilerinden alıntı aktaracağım birkaç yazar konuyu ele almanın artık gereksiz kalacağını, bunun neredeyse gündemden kalktığını yansıtıyor kanımca.
İlk alıntı Ülkü Tamer’den:
“’Best seller’leri hiçbir zaman küçümsemedim. …Olaylar dizisini yaratmak bile geniş bir hayal gücü istiyor. / Hayal gücü yetmiyor elbette. Bu tür bir roman yazacaksanız, öyküyü birtakım (özellikle teknolojik) ayrıntılarla beslemeniz gerekiyor. Uçaklar, denizaltılar, silahlar, bilgisayarlar gibi konularda ansiklopedi düzeyinin üstünde bilgilere sahip olmalısınız. Geniş bir araştırmayı göze alacaksınız. / Yarattığınız öyküyü inandırıcı bir biçimde anlatmanız, üstelik iyi anlatmanız da gerekiyor. Okurun ilgisi sadece olaylarla değil, anlatım biçiminizle de ayakta kalmalı. Özellikle, her bölümü vurucu bir cümleyle bitirmelisiniz. / Bir ‘altın kural’ı ise sakın çiğnemeye kalkmayın: ‘Best seller’ yazarken ‘birinci tekil kişi’ unutulacak. Öykü hep ‘üçüncü tekil kişi’nin ağzından anlatılacak. / Sahi, bir de ne kadar çok ulustan kişiyi işin içine katarsanız başarıya o kadar yaklaşırsınız.” (Cumhuriyet, 6.11. 2010)
Edebiyatın soy yazarlarından Ülkü Tamer, içselleştirilerek soyutlayıma uğratılmış, dönüştürülerek yapılandırılmış sanatsal yapıtın yanında bir tasarımlayış yönünde üretilen yapıtlar için reçete veriyor âdeta. Siz bunu, bilgisayara bırakıp onun programları aracılığıyla da gerçekleştirebilirsiniz kuşkusuz. İyi de ipekböceği benzeri kendi kozasını örmeden üretilen böylesi bir yapıtı, sanatsal yapıt olarak değerlendirmek olanaklı mıdır?
Sözü yine Ülkü Tamer’e bırakalım:
“Ama ‘best seller’ denilince… Bir yıl, bilemediniz iki yıl süreyle ortalığı kasıp kavuran, sinemaya, televizyona aktarılan, sonra da ‘unutulan kitaplar’ arasında yerlerini alan yapıtlar geliyor. / Bir zamanlar Arthur Hailey, Havaalanı’yla, Otel’iyle ne büyük sayıda okura ulaşmıştı. Şimdi bu kitapları okuyanlar var mı?”
Bir edebi metni, tasarımlanmış metinden farklılaştıran ölçüt, bu konuda daha ayırıcı olabilir. Sanat yapıtının en temel karakteristiği biricikliği, özgünlüğü değil mi? Oysa siz, dünyanın bir köşesinde ister bilgisayar programı yoluyla ister manüel olarak herhangi bir yapıt üretebilirsiniz, ama dünyanın pek çok yerinde bu türde yapıt üretme olasılığı yüksek bir seyre sahip. Ne var ki sanatsal yapıt üretmede örtüşme, tıpkı bilimdeki eş buluşlar gibi yüzde bağlamında hesaba katılmayacak kadar küçük.
Kürşat Başar’ın şu satırları üzerinde de uzun boylu düşünmek gerekiyor:
“… Artık edebiyatın, sanatın, sinemanın giderek bir tasarım haline gelmesi ve pazarlamacıların, reklamcıların etkisinin giderek artması. / Belki bir sanat eserinin ilginç bir hikâyeyle, sunumla tanıtılıp pazarlanması çok şaşırtıcı olmayabilir. Diyebilirsiniz ki Salvador Dali’nin de kılığı, kıyafeti, yaşam tarzı ve çevresinde üretilen efsaneler farklı değildi… / Ama asıl sorun, yazarların, sanatçıların artık üretim aşamasında bunları düşünerek hareket etmeye başlaması… / Bir reklamcı gibi düşünerek, bir pazarlamacı mantığıyla hareket ederek kurgulanan bir sanat eseri olur mu? / Eğer olursa reklam metniyle edebi metin arasında bir fark kalır mı?” (Cumhuriyet, 9.11.2010)
Bir tasarım yönünde dosya oluşturmanın, yapıt üretmenin sonu yok. Kimileyin bunun ucu öyle yerlere varıyor ki, şaşkınlıktan ağzınız açık kalıyor. Yine Kürşat Başar’dan alıntılıyorum:
“… Frances S. Saunders’in, ‘Parayı Verdi, Düdüğü Çaldı, Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı’ adlı kitabı… / Kitap geçmişte CIA’nın ABD ve dünyada müzik, tiyatro, edebiyat, medya alanında ne tür çalışmalar yürüttüğü üzerine ilginç bir inceleme. Kitabın bir yerinde CIA’nın, örtülü eylem teknik personeli şeflerinden birinin şu cümlesi yer alıyor: ‘Kitaplar, bütün öteki propaganda araçlarından farklıdır; bunun en önemli nedeni, bir okurun, tutum ve davranışını bir kitabın, başka hiçbir araçla ölçülemeyecek oranda değiştirebilmesidir, böylece de kitaplar, uzun menzilli stratejik propagandanın en önemli silahı olmaktadır.’ / Daha sonra aynı kişi devam ediyor, ‘Yabancı yayıncılara gizlice para yardımında bulunarak, bu işlerin gerisinde ABD’nin bulunduğunu belli etmeden, “ (Cumhuriyet, 16.11.2010)
Şu örnek de Işıl Özgentürk’ten olsun:
“Bizim on yıllık film atölyesinde sık sık rastladığım sorulardan biri şudur: ‘Biz dizileri izliyoruz, sizin bize öğrettiğiniz her şeyin aksi yapılıyor.’ / Cevabı çok zor bir soru. Kısaca şöyle demem gerek: ‘Arkadaşlar dizi yazacaksanız benim size öğrettiklerimi unutun’” (Cumhuriyet, 16.11.2010)
Müthiş bir ironi, göz çelici tersinleme!
Sanat yapıtı, yapay güdülemeyle üretilemez, çünkü kendine özgü maya çalmayı, kendine özgü oyunlar kurmayı, bütün bunları, başkalarında da uyandırıp onların da buna katılmasını sağlar.
Yapay döllenmeyle çocuk yapılabilir belki, ama sanat asla!