SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; SANATTA YETİNMESİZLİK…

SANATTA YETİNMESİZLİK

M.Sadık Aslankara
(27.04.2023 YAZISIDIR.)

Tiyatro, sinema, resim, müzik vb. alanların sanatçılarına oranla yazarlık, hemen hiçbir özel harcama gerektirmeyen iş bağlamında alınabilir görece.

Bir yazarın da giderleri olacaktır elbet; öteki yazarların yayınlarını, edebiyat alanındaki etkinlikleri izlemek için bile düzenli bütçe ayırmak zorunda en başta. Kaldı ki yalnız yazın alanında üretilenleri değil yanı sıra bütün sanat alanlarına karşı aynı duyarlığı göstermeli ki bir yazar, bu yolla da kendini besleyip geliştirebilsin. Ayrıca kaleme alacağı kimi metinler için farklı coğrafyaları dolaşıp kültürleri tanımak gereksinimi duyabilir, buna dönük yine bir bütçe öngörecek çaresiz.

Ancak nasıl bir gider kalemi gelirse gelsin önüne, kesin olan şu ki, herhangi yazarın üreteceği metnin harcama kalemi salt kalem-kâğıt gideridir, o kadar. Burada yazınsal metin yazarlarını kastettiğim ortada. Demek gazetecilerle gezginleri, bilimcilerle akademisyenleri ya da kurmaca dışı alanların yazıcılarını bu hesaplamanın dışında tutacağız.

Oysa tiyatrocu, sinemacı, ressam, müzisyen, bu türlerde yapıt ortaya koyabilmek için, ama’sız, fakat’sız, yazara göre daha fazla gider kaleminin altından kalkacak, bunları alt edebilmek amacıyla da kıyasıya çaba harcayacak kaçınılmaz biçimde.

Ne var ki bütün dünyayı etkisine alan bir büyük hız çağında yaşıyoruz; kapitalist basınçla içlidışlı ilişkiler rolüyle, herkes her alanda bir eylemlilik içinde. İnsanoğlu, kendini gösterip gerçekleştirme, ürettiğini paylaşma konusunda buna büyük gereksinim duyuyor. Nitekim tüm sanat alanları, büyük bir ilgi izdihamıyla karşı karşıya, herkes sanat yapmak için can atıyor. Düşük bütçeli tiyatrolar, filmler vb. bu yönde örneklenebilir. Grotowski’nin “yoksul tiyatro” kavramını, belgesellerimde getirdiğim “yoksul bağımsız belgesel” tanımını bu doğrultuda almak, bu olguyla ilişkilendirmek pekâlâ olanaklı.

Gerçi günümüz teknolojisindeki gelişmeler, sanat üretiminde geniş olanaklar yaratmadı değil, bunların dağılıp yaygınlaşması, pek çok sanatçının bundan yararlanmasını sağladı bir bakıma. Basım araç-geçerlerindeki kolaylık da aynı şekilde pek çok yazarın yayın yapmasını kolaylaştırdı diyebiliriz, bunun yanında bilgisunar ağlarında çeşitli programlar aracılığıyla yazarlar kadar bütün sanat üreticileri-yapımcıları farklı kesimlere ulaşma fırsatı yakaladı.

Bu anlatılanlar, sanat yapmanın ancak bedel ödenerek gerçekleşebildiğini ortaya koyuyor. Şimdilerde bir büyük rakibi de var artık sanatçının: yapay zekâ.

Sanatın gerçekleştirilmesinde ödenmesi olası maddi-manevi bedeller önemli olmaya önemli elbette, ancak sanatta kendini kanıtlama bağlamında yine de önemli olduğu düşünülmemeli bunun. Sanatı var eden, sanatçıları birbirinden ayırıp öne çıkaran bu değil, çünkü her sanatçı böyle bir yazgıyı paylaşıyor zaten.

Önemli olan, sanat yapıtının somut bütünlüğü, özgünlüğü, biricikliği. Bu çerçevede sanatçının, alanındaki süreğenliği, liyakati, bu anlamda sanatçı olarak baştan sona sürdüreceği “sanatsal yetinmesizlik” ilkesi aslında.

“Sanatsal yetinmesizlik” derken neyi kastediyorum, bunun üzerinde sıkı sıkıya durulması gerekiyor.

Sanat yapmayı hedefine koymuş, üretmeye yönelmiş pek çok kişinin, kaynağını estetik temelden almasa da ilk yapıtıyla eğer görece başarılı bulunduysa eğer, kendisini aldatıp ürettiği yapıtı kendi rol modeline dönüştürerek yapıtı dondurabiliyor. O zaman sanatçı, alanda etkinliğini tekdüze sürdürüp, sanatsal yaşamını ileriye dönük kendi kopyalamaları halinde taşıyabiliyor durumunun ayırdına varamasa da.

Özellikle görünürlüğü, sanat yapmanın temel ölçütü olarak algılayan bu kavrayış, ister istemez tüketici (okur, seyirci, dinleyici, izleyici vb.) beğenisi yönünde kendisini akıntıya kaptırıp dağılabilir. İşi yazara getirirsek, yazarın kitle amigoluğundan kendisini sıyırması, buna kesinlikle sırt dönmesi gerekir. Sizi çok az bir okur da benimsiyor görünse, kitleler kucaklıyorcasına karşılayabilirsiniz bu durumu. Alımlayıcı olmayan tüketici okur ilgisiyle yüceltilmenin hep yalancı, kandırmacı, yüze gülücü, dalkavukça tutum bağlamında karşılanması, sanatçıyı güvenli bir limanda tutacaktır hep.

Sanat alımlayıcıları bunu elbette sezip görebiliyor biliyoruz, ancak sanat tüketicilerinin bu olguyu, yanılsamayı kavramasını, simülasyonu sezmesini beklemek de doğru değil.

Sanatta yetinmesizlik bir ilke, yanı sıra yeti olarak alınmalı, bunun üzerinde bütün zamanlarda sıkı sıkıya durulmalı ki, yazın kamuoyunda genel geçer bir kavrayış olarak bunu topluca pekiştirebilelim. Daha açığı, yazar ya da sanatçı hiçbir yapıtıyla, getirdiği biçimle, biçemle asla özdeşiklik kurmaya yanaşmamalı, tam tersine hiçbir yapıtıyla yetinip bunun üzerine yerleşmiş havasında kopyalamaya varabilecek en küçük davranıştan bile uzak durabilmeli.

Demek öyle kararlı davranacak ki, tüketici ilgisine, beğenisine kendini bırakıp buna kanmayacak, hiçbir övgüye, yüceltmeye kapılmayacak. Gördüğü ilgiyle elbette sevinç duyacak, bunu kendisini şımartmanın bir aracı da yapacak ama bunun gözlerini körleştirmesine kesinlikle izin vermeyecek.

Her sanatçı, elbette yazar da, tıpkı bilim gibi sanatın da ancak kendi temel yasalarıyla kurulup yapılandırılabileceğini unutmamalı. Bilimdeki yasanın tartışılmazlığında olduğunca yapıtların yalnız kendisi olarak kalması gerektiği, ancak bu değeri taşıdığında bir yapıtın estetik temelde genel geçer bir alımlayıcı halesi oluşturabileceği gözden uzak tutulmamalı.

Yazarın yarışacağı, kendisidir, yapıtlarıdır. Her yapıtını somut birer çıktı olarak alıp, bunu aşmak için sanatsal yetinmesizliği yaşamının temel ilkesine dönüştürmek, onu, sarsılmaz bir konuma ulaştıracak işte bu tutumudur yalnızca.

Bunun apayrı bir “yeti” olduğu pekâlâ öne sürülebilir. O zaman yazarların elbet sanatçıların, önce kendilerine bu yetiyi kazandırmaları gerek! Kendisiyle yarışabilmekse, yetinmesizlik yetisine sahip sanatçının altından kalkabileceği iş.