SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Susarak Yazmak

SUSARAK YAZMAK
M.Sadık Aslankara
(4.01.2018 YAZISIDIR.)

Oyun metni okuyabiliyor, böylesi bir alışkanlığı sürdürüyorsanız eğer, ayırdına varmışsınızdır kuşkusuz. Bu metinlerde sıklıkla, “bir an”, “suskunluk”, “susarlar” vb. türünden sözcükler kullanır oyun yazarları, ayraç içinde…

Öyle ki, nice oyunda, elbette metinde, neredeyse en çok kullanılan sözcükler arasında anılabilir yukarıdaki örnekler. Karakterlerin doğrudan kendilerini ele verdiği, bir tür sanat biçimi gibi de alınabilecek olan oyun metinlerindeki bu durum ilk bakışta yadırganabilir belki, ne var ki insan aslında düşünen, oynayan, konuşan varlık olduğu denli “susan” da bir varlık, üstelik bu, artık onun başat özelliklerinden biri aynı zamanda.

Nitekim insanın kendisini ortaya koyma, gerçekleştirme biçimlerinden biri olarak da alınabilir susmak, sonra bir şeyler anlatmak amacıyla susmak, ötesinde bu tutumu sürdürmek. Anlatılarda karşımıza çıkan, dostluklarını susarak da yaşayabilen, bu anlamda susmayı âdeta erdem bağlamında alan karakterlerin bizi nasıl sarstığı unutulmamalı… Bu yönde gerek bizden gerekse dünya yazınından nice örnek göstermek olanaklı.

O halde bu tür metinlerin, aslında susularak örüntülendiği, neredeyse salt bu yolla ancak kaleme alınmış anlatılar olduğu söylenebilir pekâlâ. Yazarın yaptığı eksilti, sıçrama, yan anlam, satır arası yansıtım, gönderme vb. türünden yazınsal biçimler değil burada söylemek istediğim. Belki bunların tamamı ya da bir bölümü de yer alıyor bunun içinde ama yine de anlatı, kutsal kitaplardan bu yana sözle eylem arasında gelgitler sergileyen bir bütünsel gövde.

Eğer siz, bu kült gövdenin sözünü alır eylemine sırt döner ya da eylemi önemseyip sözü görmezden gelirseniz, o zaman suskunun da değerini kavrayamazsınız elbette gereğince.

Susku, yazınsal açıdan bu kült yapının yani sanatsal yapıtın “araf”ıdır, bunun olmazsa olmaz geçeneği, onsuz asla olunamaz gerçekliğidir. Bu anlamda siz ne denli susarsanız, yapıtınız o denli büyür, büyülenir, katmerli hale gelir. Suskunun kadifelenip yanışlarla parlaması biraz da bundandır.

Salt olaylara sığınanların ya da sürekli eylem aktarıp her ne olursa olsun eylemselliği öne çekenlerin de, sözden vahiy metni havasında medet umanların da yanıldığı tam bu nokta işte; yazının arafı, yani eyleme de söze de sırt dönebilmek, susmayı bilmek, bir başka anlamda kutsal kitaplarda anıldığı biçimiyle, özetle sonsuza dek susmak.

Bunu kavrayabilmek için Shakespeare’e, ondan da geriye giderek Yunus’a dönmek, salt bu ikiliye göz atmak bile ufkumuzu açabilir. Susarak yazmanın değerini tamı tamına kavrayabilmek için yüzyıllar önceye göz atmanın sayılamayacak yararı var kuşkusuz. Aynı şeyi biraz daha eskilere giderek Sümer metinlerinde, Vedalarda görmek de olanaklı.

O halde, alıştırma ya da atölye çalışması bağlamında bir anlatıyı ilkönce tamamen eylemsel düzlemde, ardından sözel temelde yapılandırmak, sonrasında bunları arafa çekerek bu ikisi arasında “susku”nun payını somutlamaya girişmek herhalde bir yazar için beklenmedik yararlar sağlayacaktır.

Her yazarın bunu kendi kendine deneyimleyip yaşaması gerekiyor bana kalırsa. Bu tür tutumlar öğütlerle, önerilerle geçiştirilmemeli. Üstelik kimi çalışmalar, bu yönde umulmadık ölçüde katkılar sağlayabiliyor çünkü. Buna göre gerek söz gerek eylem karşısında tutum takınabilmek için demek ki en azından söz konusu geçeneğe uğramak, ardı sıra bu eşiği aşmak zorunlu.

Düşünen insan, oynayan insansanız eğer, susan insan olmayı da becereceksiniz kesinlikle.

Susarak yazmayı bilmeyen insan, yazar olmayı nasıl başarır, söyler misiniz bana?