SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; VEYSEL KOBYA; BİR KEZ DAHA…

VEYSEL KOBYA, BİR KEZ DAHA…

M.Sadık Aslankara
(03.02.2022 YAZISIDIR.)

20 Şubat 2003’te Cumhuriyet’te “Kitaplar Adası” başlığı altında yola çıkıp o günden bugüne aralıksız süren yazılarım yirminci yılına, 14 Şubat 2017’de www.sadikaslankara.com sitesinde başlayan yazılarımsa beş yılını tamamlayıp altıncı yılına giriyor.

Şu birkaç hafta boyunca perşembeleri gerek Cumhuriyet’te gerekse sitemizde yazar, okur, kitap, yazınsal eleştiri vb. üzerinde durup yaşantısal izlenimlerim ya da bu yöndeki deneyimlerim ışığında birkaç yazı kaleme almayı, karşılıklı bakışa dayalı düşünce uçkunları arasında gezinmeyi hedeflediğimi söyleyebilirim.

Ben bu yolda neler yazacağımı planlarken, ötesinde kaçınamayıp seçici kurullarında üyelik üstlendiğim kimi yarışmalara katılmış kitapları da konu edinmeyi tasarlarken genç öykücü Veysel Kobya’dan yeni bir mektup daha aldım.

Veysel, bundan önce kaleme aldığım, “Okuduğum Kitapların Okumayan Yazarları…” başlıklı yazımda paylaştığım ve kitapları üzerine dile getirdiğim görüşlere, öne sürüşlere karşı kimi yazarların bakışı, yaklaşımı konusunda duyduğum rahatsızlığı, belli ki, kendisine dert edinmiş. Bu çerçevede ilk kitabı Zamansız (Klaros, 2021) adlı öyküler toplamı için yaptığım değerlendirmeyi de örnekleyip farklı bir açılım getirmeyi öngörmüş anladığım kadarıyla.

Ne yalan söyleyeyim, Veysel Kobya’nın mektubu, içimi serinletti. Bu yüzden 27 Ocak 2022’de instagram aracılığıyla yazdıklarını olduğu gibi aşağıya aktarıyorum:

“Sadık bey tekrar merhaba.

Hikâyenizde paylaştığınız yazıyı okudum. Yazdıklarınızı böyle sığ değerlendiren ve terbiyesizlik de eden insanlar adına gerçekten üzgünüm. Öte yandan, kitabım hakkında yaptığınız yorumlar, eleştiriler benim için en önce harika bir karşılanma hissi idi. Örneğin “Pislik Kent”te bahsettiğiniz detayı kavrayan kimse olmamıştı siz yazana kadar. Bu ve diğer söyledikleriniz mutluluktu. Bir yayınevi editörü dosyamın ilk bölümünde anlatıcı olarak mesafeli duramadığımı kendine göre eleştirirken sizin, durduğum mesafeye değinmeniz de benim için bir nevi iadei itibardı. Öte yandan anlatım şeklimdeki monoton duruma değinmenizi de es geçmedim. Bunları edebiyatçı arkadaşlarımla konuştum. Özetle kendi adıma iyi ki eleştiri yaptınız. Benim için çok anlamlı ve değerli idi. Çünkü hem derin hem gerçekti, samimiydi. Aptalca reklam cümlelerinin, abartılı ve samimiyetsiz tanıtım yazılarının arasında benim için sizin yazdıklarınız çok daha önemli bir noktaya taşınıyor.

Yalnızca belirtmek istedim. Kendimce bunu borç bildim. Çok sevgilerimle. Dost selamlarımla.”

Veysel, bu satırlarıyla, yapıtını, yazar olarak kendisini örneklem bağlamında da öne çıkarıyor böylece.

Veysel Kobya’nın bu müdahalesi, tüm yazarların aynı düşünmediğinin de açık bir göstergesi. Hiç kuşku yok ki onun gibi düşünen azımsanmayacak sayıda yazar var.

Ben, kendi payıma, kitapları üzerine kalem oynatılmış yazılara tepeden bakan, hatta küçümser tavırlar sergileyen yazarlar için dile getirmiş olayım kimi olumsuz düşünceleri. Çünkü böyle düşünen, davranan yazarlar da var yazık ki.

Ancak yazılarımdan yararlanan, bundan güç alan yazarları görmezden gelmek doğru mu böylesi bir ele alışta? Gerçekten de Veysel’le hemen hemen aynı anda bir başka yazardan, Nebahat Vanizor Ecesoy’dan, Lale Otel (5 Şubat, 2020) adlı ilk romanı üzerine kalem oynatmalarım nedeniyle, “Acabaları geride bırakıp ileriye bakmam için yoluma ışık tuttunuz. Saygı ve minnetle,” diyerek kimi hamhalat yargılara katılmadığını ele veren ileti, herhalde bu anlama geliyor, bunu ortaya koyuyor olmalı.

Edebiyat, diyalektik bütünlük içinde sürdürülen bir ilişki zinciri bağlamında düşünülebilir. O zaman siz kitabınız için her düşünceden yararlanırsınız, okur da aynı şekilde bunu kendince yorumlar, hatta kitapla arasında duygudaşlık da kurabilir pekâlâ. Kaldı ki herhangi kitap üzerine kaleme getirilmiş bir yazı, yapıta yönelik kısıt getirme türünde girişim için basamak yapılabilir mi, olası mıdır bu, böyle bir yakıştırma getirilebilir mi?

O halde kitaplar üzerine yazmayı sürdüreceğiz demektir. Kimi yazarlar belki kitaplarına yönelik ileri sürülebilecek düşüncelerden, görüşlerden, hiç de gereği, hatta dayanağı yokken incinebilir, kimi örneklerden kalkarak getirilen eleştirilerden alınabilir belki diyelim, ama edebiyat bir diyalektik bütünlük zemininde ilerliyor. Kitap üzerine yazılan her yazı, kitabın nüfusuna kaydolacaktır kaçınılmaz biçimde, ne ki bu satırlar bir belirleyen konumu taşımaz asla, ancak bunları kitabın sırtından sıyırıp atmanın da olanağı yoktur.

Kim bilir, belki de yapılması gereken tek şey, kitabı için getirilen eleştiriden hoşlanmayan yazarın Nurullah Ataç’ın öğüdüne uyması, böylesi bir yazı kaleme alınmamışçasına bunları okumaması ya da yazılanlara kulak asmaması olabilir.

Geçmişten geleceğe doğru akan bu diyalektik gelişim içinde biliyoruz ki, yayımlanan her kitap, ortaya atılan her düşünce, öne sürüş, her olgu, her nesne, her keşif, buluş, yargı, dogma, tabu, yasa, şu bu ne varsa, insanoğlu bunlar üzerinde düşünecek, düşündüklerini bir yolla mutlaka paylaşacaktır, tarihi akış bunu gösteriyor bize.

Siz, eğer kitap yayımlıyorsanız, bir somut varlık üretmiş, bundaki içkin öz her neyse, bunu paylaşmış oluyorsunuz kaçınılmaz biçimde. Demek, meydana çıkmak istediniz, iyi, güzel, buna dönük söylenen her söz, yapıta iliştirilecektir, bundan kaçınamaz, hoşunuza gidenleri pışpışlayıp burun kıvırdıklarınıza sırt dönemezsiniz, göze batmaz mı bu davranış, sizi daha güç duruma düşürmez mi?

Yapılacak en doğru iş, Ataç Ustamızın öğüdüne uymak olabilir, o kadar.