YAPITTAKİ “KARA KUTU”…
M.Sadık Aslankara
(27.8.2020 YAZISIDIR.)
Yazıya girerken daha önce paylaştığım gerçekliğin altını çizeyim istiyorum bir kez daha:
Tanrı, aklından her ne geçerse geçsin bunun üzerinde düşünmeyen, o an hayal ettikçe, aklından geçirdikçe oldurup gerçekleştiren bir irrasyonel varoluş hali, buna dönük kavrayış. Yazarsa olduran değil, dönüştüren. Yarattığı fantastik evren bile yazarın dönüştürümünden ibaret çünkü.
Bu durumda herhangi yazarın yaratısının, namütenahi (sonsuzca) uzansa da bunların hep var olan, yaşantısal deneyimlerden beslenen imgeler, düşler, hayaller, tasarımlar olarak alınabileceği ortada.
Öyle ya, yazar, estetik biçimlenişini var olan nesnel dünyadan alacaktır. Simetri, asimetri, paralel, ritim, dalga, yansıma, yankıma, kamaşma, gün, ay, mevsim, tutulma, gökkuşağı, şimşek, gök gürültüsü, sarkıt, dikit, hız, ok yolu, yelpaze vb. doğal oluntularla biçimlenmeler, yerçekimi bu yönde pekâlâ birer örnek olarak alınabilir…
Böylelikle insan bunlardan kalkarak bir ölçü-biçim kavrayışına kolayca ulaşabilmiş, altın orta, yavaşlatılmış, hızlandırılmış hareket vb. türü pek çok sıçrama âdeta kendiliğinden yaşanmıştır.
Buna göre insan, demek ki ancak yaşantısal deneyimlerin kışkırtıp uçurabildiği ölçüde düşsel açılım sergileyecek, ancak bu deneyimden pay alarak fantastik evren kurgusu geliştirebilecektir.
Bilgisayar düzeneğindeki yeni yazılımların yaratılmasına da bu açıdan bakılabilir. Kaldı ki bilgisayarın basit yapay zekâ düzenlemesiyle “evet-hayır” mantığına dayalı olarak yola çıkışının da insanın basit yaşam deneyimi bağlamındaki olumlama-olumsuzlama örneğine uygun olduğu ortada.
Günümüzde gelinen “yapay zekâ” aşaması da yine bu gelişimin bir sonucu kuşkusuz. İnsanoğlu bütün bu eşikleri, henüz tam anlamıyla keşfedilememiş beyniyle geçiyor, kendisine ve dışındaki gerçekliğe bu yolla ulaşıp söz konusu başarıları kazanıyor.
Yazar dediğimiz kişi, işte böyle biyolojik donanım üzerine kurulu bir büyük zekâdan yararlanarak diyelim ayağa kalkıyor ilkin. Sonrasında bu doğal yaratım ivmesine yetisi oranında kendi yaratıcı zekâsını, yaratıcı zihnini ekliyor.
Kurduğu fantastik evreni bile, bildiği dünyadan kalkarak ama bunu dönüştürerek kuruyor yazar. Örneğin göz ya da kulak taşımayan insanları, gözleri-kulakları olan insanların bulunduğu dünyadan kalkarak kurduğu evrene yerleştiriyor. Diyeceğim olmayanı, olandan hareketle yaratıyor.
Örneğin geometrik biçimler, Mısır’daki piramitler, yaşanılan deneyimlerle ortaya çıkmış soyutlamalar olarak kaydediliyor nitekim bilim tarafından da. Erich van Daniken şaklabanlıklarının ciddiye alınabilecek bir yanı yok yani.
Büyük soyutlayım alanları dizisi matematik, astronomi, fizik vb. yine bu tür soyutlamalar sonucu ortaya çıkmış bilim ya da bilimsel disiplinler, kategoriler. Şiir sanatının da bu doğrultuda kurulan bütünlük içinde insanoğlunun yaşamına katıldığı unutulmamalı. Ölçü, vezin, nota, alfabe, mors, sayı vb. hep birbiriyle alışveriş içinde, çok açık biçimde.
O halde özetle, bir kurmaca yapıtın “kara kutu”su, onun yazarıdır yargısına varılabilir.
Bu kara kutu açıldığında neyle karşılaşacağız?
Yaratıcı yazarın zekâsıyla, belleği birikimiyle, bilgisi becerisiyle, beğenisi süslemesiyle, özeni ölçüsüyle, güzeli güzelleştirisiyle… Bir başka açıdan herhangi yapıtın kara kutusu, görece yazarının kişisel yapay zekâsıdır da denebilir.
Yapıt, göklere de çıksa yere de çakılsa sonuçta her ikisi de yazarın kara kutusuna bakılarak açığa çıkarılabilir.
Yazar, bu kara kutuda kendisini olduğu gibi ele verir. Çünkü her yazar, Akşit Göktürk’ten değiştirerek söyleyecek olursak ancak ve ancak kendini yazar. Her yazar, kendi yaratıcı zekâsıyla, biyolojik varlığının, yaşantıdan süzdüğü deneyim, birikim ışığında koyulduğu bir yaratıcılık eşliğinde bunları dökebilir ortaya.
Demek ki bir yazar, her yapıtı için ayrı bir kara kutu bulunduğunu, bu kara kutuya bakılarak yapıtı üzerine yargıda bulunulabileceğini, kendisi hakkında bir yargı verilebileceğini hiçbir zaman unutmamalı.
Yapıt, bizatihi bir “kara kutu”dur.
Konuyu sürdüreceğim.