SAYFA YAZISI: M.S.Aslankara; Yaratıcı Yazarlık Festivali…

Yaratıcı Yazarlık Festivali…
M.Sadık Aslankara
(28.6.2018 YAZISIDIR.)

Gelin, şu haberi okuyalım ilkin birlikte:

“Doğa Koleji tarafından düzenlenen Yaratıcı Yazarlık Festivali’nin üçüncüsü 1100 öğrencinin katılımıyla başladı. Gülten Dayıoğlu’nun ‘Onur Konuğu’ olarak katıldığı festivalde öğrenciler yazarlarla bire bir yazma çalışmaları yaparak yazarlık için ilk adımı attılar. Festival kapsamında düzenlenen kitap fuarının açılışını da gerçekleştiren Gülten Dayıoğlu, ‘Kalemimi çocuklara emanet ediyorum, bayrağımı onlar başarıyla taşıyacaklar’ dedi. Festival bugün öğrencilerin sertifikalarını almaları ile son bulacak.” (Cumhuriyet, 4 Mayıs 2018)

“Yazarlık için ilk adımı atan”, üstelik ellerinde, bayrak gibi birer sertifika da sallayan bin yüz öğrenci-yazar! Şaşmamak, parmak ısırmamak elde mi buna?

Genelde öykü kitaplarıyla romanların ortalama ancak biner baskıyla okura ulaştıdığı bir ülkede, bir anda bin yüz yazarın aramıza katılması ne anlama geliyor dersiniz?

“Yaratıcı yazarlık” atölyeleriyle kursları üzerine çokça yazdığım için bu konuya girmeyeceğim. Kaldı ki sitemizde de bir “Atölye” duyurusunun yer aldığını anımsatayım bu arada, artık siz düşünün.

Son yılların beylik deyişle “moda trend”i “yaratıcı yazarlık” zaten. Havası da yanında cabası. Bunun öteki sanat alanlarında öyküden romana, sinemadan tiyatroya uzanan değişkeleri, konu ya da izlek olarak bu sanat dallarında işlenişi göz önüne alınabilir ayrıca.

Nitekim bu yılın gözde filmlerinden Laurent Cantet-Robin Campillo ikilisinin imzasını taşıyan Atölye de (2017; 01:50’), yazar adayı beşi erkek, ikisi kadın toplam yedi gençle tanınmış bir romancının atölye ortamında ilişkilerine odaklanıyor.

Bizde atölyelere daha çok kadınların ilgi gösterdiği biliniyor. Yazmaya da. Bunların nedenleri üzerinde durmak başka yazıların işi tabii. Şuracıkta söylenmesi gereken, bizim gibi özgürlüklerin ancak görece yaşandığı toplumlarda, “yaratı” eyleminin başrolde olduğu böylesi etkinliklerin, çok farklı ilgiyle karşılandığı gerçeği. Bu da çok doğal elbette. Hele kadınların bunlara yoğun ilgi göstermesi kaçınılmaz.

Düşünen, eleştiren, konuşan, yargılayan kadının “yakılacak/yok edilecek kadın” bağlamında alınması, bu tür yaratıcı atölye çalışmalarını kadın varlığın birer sığınağı olarak kabullenmeyi de zorunlu kılıyor bu bakımdan.

Yaşanan olgusal gerçekliği biraz da böyle şifrelemek olanaklı kanımca.

Öyleyse biz, yaratıcılık derken, sanatsal amaç yanında en az bunun kadar kendimizi ifade etmeyi, kişiliğimizi, kişilik özelliklerimizi gerçekleştirmeyi de anlıyor olmalıyız bu tür etkinliklerden. Demek ki bizim için sanat yapmak kadar ağırlıklı bir yere sahip kendi iç dünyamız, duygumuz.

Hadi diyelim, konuyu buraya kadar getirdik, burada bir virgül koyup “yaratıcı yazarlık festivali” başlığı altında öne sürülebilecek düşüncelere geçelim biraz da.

“Yaratıcı yazarlık” başlığı altında yapılabilecek çalışmalara, etkinliklere hele atölyelere karşı olduğum sanılmasın. Ama insanların neredeyse kitlesel yönelişle bu tür çalışmalara gösterdiği ilginin arka planına geçmek gerektiğini düşünüyorum, o kadar.

“Okuma” eylemi, edimi üzerine yeterince birikime sahip olunmadan “yazma”, hele de “yaratıcı yazma” odaklı çalışmalara geçilebilir mi? Bu ne kadar doğru olur?

Hoş, pek çok kentte “okuma grupları” adı altında, kendilerini bir dizi etkinlik içinde gerçekleştirmeye girişmiş, çoğu kadın varlığın işbirliğiyle ortaya çıkan etkinliklerden habersiz değilim. Ama yine de “okuma” yerine “yazma”nın popülerleştirilip köpürtüldüğü bir zamanda yaşadığımız ortada.

Gençleri, yazarlık yönünde kışkırtmak hoş elbette. Ne var ki “okuma” için de bunu, market kitap satış sistemi dışında popüler kılacak, kişilerin okumayla kendilerini gerçekleştirebileceği etkinlikler önerip gerçekleştirmeye girişmek çok mu zor?

Ama derseniz eğer, hele yazar olsunlar, yazar olduklarında, bunu öğrendikleri gibi okumayı da öğreneceklerdir nasılsa, bir söz etmem.

Belki okur kazanmanın bir yolu da insanları yazar yapmak, hatta festivaller gerçekleştirip gençleri kitlesel olarak yazarlığa kışkırtıcı tutumla çığır açmaktır, kim bilir…

 

BİR ÖZÜR BORCU:

“İlknur Güneylioğlu Öykülerinin Düşündürdükleri Üzerine” başlıklı yazımda, İlknur’un iki dosyasından birini, dalgınlıkla öykülerinden birinin adıyla, Gölgede olarak anmışım. Doğrusu Zamansız Konuşmalar olacaktı.

İlknur, uyarınca ayırdına vardım. Bu dalgınlıktan ötürü hem İlknur’dan hem de site gezginlerinden özür diliyorum.