Yazar Kaygısı ve Kurt Kanunu…
M.Sadık Aslankara
(3.5.2018 YAZISIDIR.)
Yazarlığın, giderek çok daha güçlükle başarılabildiği, pek çok çeldirici öğenin, caydırıcı engelin âdeta masal kerterizleriyle kuşatıldığı bir evrede yaşandığı söylenebilir. Öyle ya, yazarlığı ortaya koyan, toplumda kişiyi yazar olarak kabul ettiren, benimseten parametreler de alabildiğine değişiyor çünkü.
Bu çerçevede kaygıyı daha da artıran bir dizi süreçten geçildiği, daha doğrusu geçilemediği, tam tersine içinde debelenildiği, hatta bir tür sürekli boğulma hali yaşandığı da bir olgu olarak duruyor günümüz yazarının, yazar adayının önünde.
Bana göre kaygısının artması çok olağan. Yalnız dış koşullar büyük değişim sergiliyor değil. Bir yandan bu koşullar karmaşıklaşıp yoğunlaşıyor öte yandan yazınsal olan da durmadan büyük değişimlerden geçerek, farklı eşikler, kapılar aracılığıyla, sözgelimi “sanal yazarlık” gibi daha önce görülmemiş patikaların önüne çıkarıyor yazar adayını.
Bu nedenle herhangi yazarın, edebiyat bütünlüğü içinde kalmakla birlikte yine de toplumsal çıktılarıyla birlikte, 1980 öncesiyle 1980 sonrasını iyi gözlemesi, ama aynı zamanda önceki dönemlerde yaşananlara bakarak bunları gözden geçirmesi, yanı sıra elbette bu tür verilerle de yüzleşmesi gerekiyor.
Bu yanıyla bakıldığında ben, edebiyatımızın cumhuriyet döneminde şu beş evrenin eşiğinden geçerek bugünlere vardığı kanısındayım kendi payıma:
- 1940 Kuşağının yasaklara karşı ısrarlı, delici anlatma tutkusu,
- 1950 Kuşağının sanatsal anlatıyı, bu arada yazınsal olanı yeni baştan kurmaya dönük kararlı tutumu,
- 1960 Kuşağının, yazınsal anlatıyı görevlendiren özgürlükçü anlatma tutkusu,
- 1990 Kuşağının artık anlatmaktan vazgeçen, ama anlamlandırmaya dönük kararlı çabası,
- 2000 Kuşağının yeni baskılar karşısında çıkış arama kaygısı…
Yukarıdaki ilk üç eşiği 1980 öncesinin, son iki eşiği ise 1980 sonrası evrelerinin göstergeleri olarak alabilmek olanaklı. Bu hesapla 1970’ler, 80’ler ise kaotik bir çatışma-kapışma evresi olarak alınabilir kanımca.
Görüldüğü üzere toplumsal baskının yoğunlaştığı zaman dilimlerinde, sanat kendi içinde, kendine dönük büyük atılımla yapısal değişiklik çabasına girerken özgürlüğün sistematik anlamda yaygınlık, kitlesellik gösterdiği evrelerde ise apaçık bir büzülme, hatta görevci anlayış etkisiyle raydan çıkma türünde yapısal altüst oluşlar yaşayabiliyor. Üstelik, ilginçtir ama, tam bir çelişkiler yumağı görüntüsü bırakarak.
İşte 1980 sonrasında gerek 1990’lar gerekse 2000’ler kuşağının sergilediği tutuma, yazınsal davranış kiplerine, yazınsal işleyiş biçimlerine tam da bu açıdan bakılması zorunlu. Günümüz yazarı, büyük bir mücadelenin insanı olarak alınmalı bu evrede. Evet, artık bireysel bir edebiyatın da sınırları aşılmış, apaçık olarak bireyci bir edebiyatın kıyılarına varılmış, bu kulvarda yol alınıyor günümüzde; yazar da buna ayak uyduruyor çözümsüz bir biçimde.
Oysa bu bireyci tutumun yazar kaygısını daha da körüklediği gün gibi ortada kuşkusuz.
Üstelik tam bir “kurt kanunu” yaşanıyor, düşenin olduğu yerde kaldığı, herkesin kendisi için âdeta kanlı kavgalara giriştiği, bu bağlamda hiçbir yanaşma ya da sığınmanın işe yaramadığı bir süreç bu…
Bizi buraya getiren oluntulara kıyısından ucundan değindik ama bir selin taşıyıp süpürdüğü yazarlık olgusuyla kaygısına yoğunlaşamadık henüz yine de. Üstelik her yazar, bu kaygısıyla Donkişotvâri tutumla sanrılar içinde hayali duvarlara karşı kavga veriyor ne yazık ki…
İşte bunlara topluca göz atalım istiyorum. 1980 sonrası evresinde yazarlığın bu son aşamasında, acaba ne tür kaygılarla boğuşuyor yazar?
Haftaya bunlara, ayrıca bunu tetikleyen olgulara tam da buradan devam edelim istiyorum.