SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YAZARIN SANDIK ODASI VE YAPIT ENKAZI;

YAZARIN SANDIK ODASI VE YAPIT ENKAZI…

M.Sadık Aslankara
(24.02.2022 YAZISIDIR.)

“Sandık”, evet, bireyin bir tür düşünsel-yaratısal kileri kuşkusuz, yüklüğü, bunları kucaklayıp kapsayan odası veya sıralı odaları ama belleğin bütünü, yanıcı zihin deposu, böyle bir birikimle yürüttüğü akışkan çıkarsamalara düzen sağlayan türbini aynı zamanda.

Söz konusu odaya, odalara, “sandık”a, adına ne dersek diyelim, buralara katılan “yeni” damgasıyla giriyor içeri, ne var ki ardı sıra ilk gelenle veya doğması olası gelecekle birlikte, önceki her “yeni”, ânında “eski”leşiyor, yeniyle öncekinin eskilik vurgusu da pekişiyor böylece.

Bu olguyu sanat alanındaki öteki yapıtlar için de öngörmek olası. Kafka, ilginç bir örnektir, yazdıkları yukarıdaki gibi onun sandığında birer metinken ve orada “eski” olarak beklerken dostunun kararlılığıyla yayımlandığında klasiklere özgü, “eskimeyen eski” nitelemesini hak edip bütün zamanlar için “yeni” kalmaya koyulduğu anımsanabilir.

Aynı şekilde sanatın bütün dallarında buna benzer “erken” yaratı olgusuna değinilebilir. Gerçekten edebiyatta olduğu kadar öteki türlerde de kimi sanatçılar, bu arada bilim alanında farklı dallarda üretimini sürdüren bilimciler, erken dönemde ortaya çıkıp çağlarıyla örtüşen güncel yaratı-buluş sarmalı temelinde anlaşılamadan, algılanamadan, ortaya çıkamadan kalmış birer “erkenci” çıkış bağlamında değerlendirilebilir pekâlâ.

Şimdi uzun bir atlamayla günümüze, bizim edebiyatımıza, herhangi yaş sınırlamasına gitmeden, özellikle yeni yazarlarımıza getirelim konuyu.

Topluca bu yazarlarımızın kendi bireysel odalarında var olan dosyalarının ne olduğu bilen var mı? Bunları okurla buluşturma yönünde ne gibi girişimleri bulunduğundan haberi olan kaç kişi, nasıl çabaladıkları, odalarındaki dosyaları okurla buluşturmak adına ne gibi davranışlara girdiklerini?

Kimilerinin yayıncı bulamadıkça yeni dosyalara yöneldiği, hatta bu arada türsel değişikliğe gidip farklı türlerde de şanslarını denediği, kimilerininse yeni dosya açılımları sergilerken öte yandan “eski” dosyalarını kalafata çekip bunları “yeni”lemek için de çabaladıkları kestirilebilir kolayca.

Eski dosyalarını kalafata çekip bunları yenilemeye çalışanların tutumunun görece yanlışlığı üzerinde durmuştum önceki yazımda. En başta biyolojik varlık olarak dosya yazarı, aynı kişi olsa da “eski” metnin yazarıyla bunu kalafata çekip yenileyecek yazarın aynı düşünsel yapıda kişiler olarak alınmaması gerekiyor yine de. Bu çerçevede bir başka yaklaşım örneği olarak yarım kalmış kimi dosyaların, geride bıraktığı notlarından hareketle başkalarınca yazar adına bir tür bütünleme taslağı anlamında ortaya konulması da anımsanabilir ayrıca.

Edebiyatta kurmaca yapıtlar, tiyatro-sinema türü kolektif sanatlardaki yaratıcı yönetmen imzasının taşıdığı bireysellik yanında çok daha farklı öznellik örneği sayılabilir. Her yapıtın, bunu kaleme getiren yazarın o dönemine tarihsel bir açılım getirdiği öngörüldüğünde farklı yazarlar çıkacaktır karşımıza.

Öyleyse her metin, yazarının imzasını taşımakla kalmaz, yazıldığı dönemin göstergesi de olur, bu şekilde anılır. Yapıtların ayraç içinde eklenen yayımlandıkları tarih, bizim için bu çerçevede yazarın dönemiyle verim süreçleri arasındaki ilişkinin de kılavuzluğunu yapar, onun içindir ki yapıtlardaki verim tarihleri yazarların odaları hakkında da yararlı veriler sunar aynı zamanda. Kaldı ki, ister kalafata çekilmiş, isterse ikinci kez yeniden yazılmış olsun, kimi yapıtlarda yazarların, zaman zaman metinlerin altına farklı yıllara yayılmış tarihler koydukları da unutulmamalı. Yazarların böyle durumlarda görece kendilerini de farklı birer yazar olarak algılayabildiği gibisinden bir sezginin ortaya çıktığı öngörülebilir pekâlâ.

Daha önce yapıtlarını yayımlayan yaşayanlarla artık yaşamayan yazarlar yapıtlarıyla yerlerini koruyor, koruyacak denebilir, bu yazarların yapıtlarına sonradan başka yazarlarca verimlenen kurmaca ya da kurmaca dışı yapıtlar eklenebilir, ancak bunlar yapıtla ilgili olsa bile yapıt, bağımsızlığını korur.

Yapıtlarını, metinlerini, dosyalarını sandıklarından çekip gün yüzüne çıkarmak, okur kitleleriyle buluşturmak için sıra gözleyen yeni yazarlar için ne söyleyeceğiz, onlar bunları yayımlamanın yolunu nasıl bulacaklar?

Bunun için bir alıntıyı paylaşmanın tam da zamanı.

PEN Türkiye örgütü başkanlığını da yürüten Zeynep Oral, kendisi de yayıncı olan Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk’le yaptığı söyleşiyi, “Yeni Kitap Basılamıyor” başlığıyla yayımlarken “geleceğimiz tehlikede” yargısıyla Kenan Kocatürk’e şu soruyu yöneltiyor:

“Yayıncılıktaki kriz en çok genç yazarları, yeni ortaya çıkacak yazarları, yani geleceğimizi etkiliyor sanki…”

Kenan’ın buna yanıtı çok somut. Şöyle diyor:

“Maliyet artışı nedeniyle, yayıncılar satışından emin olmadıkları, koleksiyonlarının bile basımında zorlandıkları için yeni yazarların dosyalarını incelemekten sakınacaklardır. Yayıncıların büyük bölümü aynı nedenle basılmayı bekleyen kitaplarını matbaalara gönderememektedir. Bu da kültürel çeşitliliğimizi ciddi biçimde zarara uğratmakta…” (Cumhuriyet, 20 Şubat 2022)

Buna göre, her yazar aynı zamanda ciddi bir dosya enkazıyla karşı karşıya kendi sandık odasında.

Yalnız satılabilecek, yayıncısını bu anlamda rahatlatacak türdeki dosyaların ilgi görmesi, her yazarın, ciğercinin kedisi örneğindeki benzer biçimde yayıncıyı izleyip onun isterleri, beklentisi yönünde davranış sergilemesi, hele bunu benimsemesi ne anlama gelir, varın siz düşünün gerisini.

Bu çoraklık, süregideceği gözlenen çorak iklim, edebiyat dünyamızı, öykü, roman kurmaca sanatımızı da olumsu etkileyecek, zamanında görülebilse belki çok daha başka yerlere evrilmesi olası edebiyatımızı bütün bütüne kötürüm hale getirecektir.

Aklı başında birinin buna kahrolmaması olası mı?