SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YAZARLIĞIN OLMAZSA OLMAZI; YAZINSAL LİYAKAT;

YAZARLIĞIN OLMAZSA OLMAZI: YAZINSAL LİYAKAT…

M.Sadık Aslankara
(10.12.2020 YAZISIDIR.)

“Yazar liyakati” denildiğinde sonuçta bireysel liyakattir, bizim için herhangi biri konumundaki, “şu” diye işaret edebileceğimiz yazar kişinin özel liyakatidir söz konusu olan.

Ama “yazınsal liyakat” denildiğinde orada durmak gerekir. Yazarın liyakati salt işine dönük alanla sınırlı kalabilir, oysa yazınsal liyakat, bütün alanı kapsar. “Yazınsal duyarlık”ta olduğu gibi.

Konuyu, Sedat Erden’in Bir Yazarın Otopsisi (İzan, 2020) adlı romanı üzerinden sürdüreyim istiyorum.

Sedat Erden, eklediği yaşamöyküsüyle roman arasında koşutluk ortadayken bunları anı aktarımı olmaktan çıkarıp üzerinde durulmaya değer evren tasarımı içinde, gerçektenlik duygusu yüksek karakteri Metin Sezgin’le peşinden sürüklediği okuru “yazarlık” olgusuyla yüzleştirerek sorunsala topluca bakabilmenin önünü açıyor kanımca.

Adıyla da yazın sanatını imleyen Metin, yazmaya tutkulu, dergilerde öyküleri yayımlanmış genç bir teğmendir. Kafka, Faulkner, James Joyce hayranıdır, buna karşın  “[h]ayatta hiçbir deneyimi olmamıştı(r), yazdıkları da bu yüzden pek sığdı(r).” (81, 84)  Yazarlık zanaatı anlamında sorunu aşamadığını, bu sanatın gereklerini yerine getiremediğini düşünür. Kaygılıdır.

Metin, çok yakın olduğu teğmen arkadaşı Cemal’le sinema düşleri kurar, birlikte senaryo da kaleme alırlar. Bunun da sonu hüsrandır. Ama biz bu arada onu da tanırız. Bir süre sonra kendisine, “[d]oktorlar “paranoid şizofreni teşhisi koy(acaktır)” (22)

Yazar, bu yolla okurun, kimi akıl hastalıklarının, sanatsal yaratıyla kurulan bağları konusunda düşünmesinin de önünü açar. Kaldı ki o da düşler, sanrılar içindedir. Yaşıyordur ama, yaşamının her anında yazdıklarının içinde yüzüyor gibidir aynı zamanda. Biz zaman zaman Metin’in kaleme aldığı öykü çalışmaları, roman taslakları arasında da geziniriz. Cemal’e şöyle söyler:

“Ben romana yönelmek istiyorum. Ancak, ne yazacağımı henüz bilmiyorum. Hayatım sınırlı ve tekdüze…” (24)

Askerliği sevmez Metin, yapayalnız bir yaşam örüntüsü içinde günlerini geçirirken, ilişkilendiği insanlarla bağı da yüzeysel kalır. Çünkü yazdıklarıyla bağlandığı gerçekliğin yönlendirmesindedir. Nitekim yapıtı oluşturan bölümler, Metin’in bu omurgaya eklemlediği salkım hikâye yazdıklarıdır. Yaşadıklarıyla yazdıklarını deşer bir bakıma.

Yazarlıkta çıkış arar sürekli, yazmaktadır ya, yazdıkları kendi gözüne de değerli gelmez, oysa bunlara önem veren, bunları değerli bulan insanlar da yok değildir. Nitekim iki kadının metin taslaklarına gösterdiği ilgiye de gerekli yanıtı veremez. Oysa bu kadınlardan biriyle yoğun aşk yaşamış, kadın, “hayatına renk ve iyimserlik katmıştır.” (60) Çünkü kadın, “sanata yatkınlığı yanında Metin’in iç dünyasına da kolayca girebil(miştir).” (68) Buna karşın sürdüregeldiği yaşam, Metin’i bir “mustarip trajik” halinde kendine acıyan, eyleme geçmek yerine hep dışarıdan katkı bekleyen biri konumunda öne çıkarır.

Öykücü arkadaşlarıyla buluşmalarında, kitabevi, meyhane oturumlarında da doyumsuzluk, yetersizlik kendini duyurur. Bu yanının altını çizen işyerindeki bir subayın konuşmasından onun şöyle düşündüğünü çıkarır Metin: “Sen edebiyata kafayı takmışsın ama daha mesleğini bile beceremiyorsun. Bu zekâ düzeyinle sen hiçbir alanda başarılı olamazsın. O halde edebiyatta kendine gelecek arama!” (39) Böylesi aşamada, “kendini bağlayan zincirlerin kırıldığını, önünde geniş bir ufuk açıldığını hisse(decektir).” (91) Yine dış etkenle ama.

Sedat Erden, romanda bir yazarın otopsisini yapmaya girişirken, doğal ki onun, anlatı omurgasına eklemlediği ne kadar salkım hikâye varsa bunları da işlevsel anlamda metne katıp Metin’i yerli yerine oturtmaya çabalıyor.

Bir Yazarın Otopsisi’ni, “yazar liyakati”ne, “yazınsal liyakat”e yer açıp öne sürüşler getirmeye fırsat tanıması bakımından önemsediğimi söyledim. Şimdi bu iki kavram temelinde konuya değgin kimi ipuçlarını saptayalım.

Kumaca kişisi Metin, yazar liyakati bağlamında nasıl bir tutum sergiliyor? Sözgelimi tutkusu var görünüyor ya, doğru mu bu? Bu tutku varsa hareketini engelleyen ne? Girişiminin, kendisini saran koşullar nedeniyle engelleneceğini öngörüyor sürekli, bu da yaşamda savrulmalara yol açıp iyiden iyiye yazından uzaklaştırıyor onu. Sürekli olarak askerlikten ayrılmaya, kendisini kuşatan koşulları değiştirmeye, yurtdışına gitmeye kilitlenmiş bir yaklaşım içinde…

Yazar olarak Metin’in bu yöndeki liyakat eksikliği, yazınsal liyakat bağlamında da davranışlarını zedeliyor. Bunu, Metin’in, edebiyatın bütününe, alanda varlık gösteren dergi, kitabevi, yayınevi, edebiyat mahfili türü birimlere dönük ilgisindeki dağınıklık açıkça gösteriyor.

İşte Sedat Erden, yapıtında, bütün bunları açığa çıkararak önemli bir iş yapıyor bana göre. Bu açıdan, yirmi yaş altını ya da yirmilerini süren, yazarlık için kendilerini istekli, tutkulu sayan yolun başındaki her genç, yazarlığın olmazsa olmaz liyakatini, yazınsal liyakatin çaprazında birbirine ayna tutarak gösteren Bir Yazarın Otopsisi’ni okuduğunda, başlarına gelebilecek liyakatsizliğin nasıl bir tehlikeye dönüşebileceğini de kavrayacaktır.

Yazarlık, savrulmalardan da beslenir, liyakat varsa tabii, ama liyakat yoksa bırakın savrulmayı, ölseniz de edebiyat için, “hiç” olarak kalacaksınızdır.