Yazarlık Kaygısında İbre Yükselirken…
M.Sadık Aslankara
(10.5.2018 YAZISIDIR.)
Yuvarlamayla söyleyecek olursak, yaşanan her günle birlikte iki yeni yazar adayının daha ilk kitabıyla tanışıyoruz, her yeni kitabın vitrinde kalma süresinin gitgide kısalıp artık saniyelerle ölçülür hale geldiği bir çağda hem de.
Her gün iki yeni imza, iki farklı yazar adayı, ilk kitabını yayımlayıp boy gösterecek, bunun sonucunda yazınımızda kendisine yer açabileceği sanısıyla avunacak, öyle mi? Her imzanın, ötekilerle çatışarak üste çıkmaya çalıştığı bir zamanda üstelik, nasıl olacak bu?
İlk kitabını yayımlayan “yazar adayı”, “aday” olmaktan çıkıp herkesçe kabullenilen yazar olmayı başarabilecek mi? İlk kitabını yayımlar yayımlamaz, bir anda, mümkün mü bu? Kim inanır buna?
Ödül kurumunun, ödüllendirmenin bile yeterli olamadığı, buna yetmediği bir yazın ortamında böyle dayanaksız öne sürüş olanaklı değil demek ki!
Hele 1990’larda ayrıksı, farklı bir kulvardan gelerek yükselen genç yazarlar görece çığ hareketine yol açmışken, bunun ardından 2000’ler eşiğinde yaşanmaya koyulan “herkes yazar”–“her yer yazı alanı” sloganıyla yürürlüğe giren kavrayış bu yöndeki beklentileri daha da karıştırmış bulunuyor. Yazınımızda kalıcılaşan bu yaklaşım, işleri tam anlamıyla allak bullak etmiş, bu çerçevede yazar adayının yazarlık kaygısının daha da artmasına, hatta bu doğrultuda ibrenin daha da yükselmesine yol açarak olgunun şiddet kaosu sarmalıyla da örtüşmesine neden olmuş görünüyor ne yazık ki günümüzde.
Gelin şimdi yalnızca son yirmi yılda yaşanan kimi değişim verilerini kabaca anımsamaya çalışalım…
Bu değişimlere bakarken, dış dinamik anlamında toplumsal-ekonomik ölçütler nedeniyle hep bağımlı bir ilişkileniş sergileyen yazın ortamlarındaki bu tür ağırlık paydalarına göz atmak gerekiyor ilkönce…
Nasıl bir manzarayla karşılaşıyoruz?
Yerel belediyelerin de katkısıyla kimi aykırı örnekler göze çarpmakla birlikte, merkez-çevre ilişkisinde taşra yalnızlaştırılıp, edebiyat kadar tüm sanat ortamlarıyla dallarında metropol merkezileşerek bugüne dek görülmedik ölçüde öne çıkıyor. Kitabevleri geleneği görece sona erip zincir kitap marketlerine geçiliyor. Ama bu arada “korsan kitap/kitapçı” olgusu da âdeta kültür içi yaşanırlık kazanıyor. Öte yandan internet kitapçılığı da devreye girince, kitap nesnesindeki görünürlük başka boyuta taşınarak nitelik değiştiriyor.
Gerek merkez-çevre ilişkisinde yaşananlar gerekse kitabevlerinin ortadan kalkmasıyla yaşanan yeni gerçeklik, yazın dergilerinin de buna bağlı olarak biçimlenmesine yol açıyor. Yeni yazarlar, bu süreçte sürekli dalgalanmalar ya da savrulmalarla baş etmeye çabalarken bu arada yayıncılıkta da ciddi bir tekelleşme ağırlığını duyuruyor. Bu doğrultuda “soy yazın” başlığı altında nitelenebilecek “yazınsal değer” saltık olarak kendisini korusa da, popülarizmle çoksatarlığın çakıştırıldığı, okurun büyük bir kaymayla müşteri portföyü ölçütlerine uydurulup içinin boşaltıldığı bir sürece giriliyor.
Dış dinamikler açısından kıyısından köşesinden değindiğim bu tür değişimlere, yazarlarla adayların kendi iç dinamikleri anlamında yaşadıklarını da ekleyerek göz atalım kabaca…
Hemen herkesin yazmaya yönelmesi, yazdıklarını yayımlamaya, kitaplaştırmaya girişmesi, sonuçta ticari yayınevlerinin de hızla kurulup yaygınlaşmasının önünü açıyor. Bu aynı zamanda yine bu koşullara bağlı olarak yaratıcı yazarlık veya yazarlık kurslarıyla atölyelerinin şaşılacak ölçüde çoğalmasına, bu arada “ehil/usta/yetke” konumunda alınabilecek öğreticiler yanında alana, deneyimi belirsiz kişilerin katılmasına da neden oluyor. İnternet aracılığıyla sanal bir yazarlık başlıyor. Bir yandan blog yazarlığı sürerken, örneğin wattpad’de görüldüğü üzere, bir zorunlu baskılama, hatta patlamayla sanal yazarlık, kendi sınırlarını aşarak farklı biçimde kitaplı yazarlığa geçiş sürecini başlatıyor.
Bütün bu değişim süreçleri, yazarın yazarlık kaygısında, kaygı kazanının aslında nasıl da fokurdayıp kaynamaya koyulduğunu, hararet ibresinin nasıl yükseldiğini çok açık biçimde ortaya koyuyor elbette.
Yazar kaygısıyla ortaya çıkan gazın alınması bir yana, tam tersine bu bağlamda sürekli bir basınç artışıyla karşı karşıya denebilir o halde aday.
Peki bu kaygı giderilebilir mi, aday bu kaygıyı aşabilir mi? Bu nasıl başarılabilir?
Haftaya buradan devam edeceğiz.