ZANAATTA LİYAKATTEN SANATTA LİYAKATE
M.Sadık Aslankara
(03.12.2020 YAZISIDIR.)
Esat Yavuztürk, yıllar öncesinden adını bildiğim, ötesinde kimi verimlerine göz attığım, bunlardan kimi öykülerini okuduğum hatta dosyasını gözden geçirdiğim, ayrıca kaleme aldığı ilginç özyaşamöyküsel romanını okuduğum bir emekçi yazar.
Uygun ara bekliyordum, kitaplarına değinebilmek amacıyla. Bunu paylaşınca bir mektup aldım kendisinden. Şöyle yazmıştı:
“Sayın M.S.Aslankara.
İletinizde zaman ayıracağınızı yazıyorsunuz. Öncelikle teşekkür ederim. Ben yazarlık iddiasında değil, yazım heveslisiyim. Karınca kararınca benim gibi emekçilere bir miktarda olsa yardımcı olabilirsem ne mutlu bana. Bu niyetle hazırladığım dosyalara kitap evleri nedense bakmıyorlar. Dorlion-İnsancıl kitap evi cüzi bir ücretle de olsa sahip çıktılar. 7 dosyam kitaplaştı. Size gönderdiğim ‘Bulanık Suyun Balıkları’ gibi 4 öykü dosyam da basımı bekliyor ama SSK emeklisinin gücü yetmiyor. Fazla yazıp da sizi meşgul etmeyeyim. İlginize tekrar teşekkür ederim. Selam ve saygılar. / 01 Kasım 2020 / Esat Yavuztürk”
Emekçi yazarlara yer açtığım oluyor, önemsiyorum kendilerini. Yavuztürk, onlardan biri, görebildiğim kadar, işin ucunu bırakmayan, özellikle liyakati açısından da dikkati çeken bir ad.
Yukarıdaki satırlarından onun, yazarlığı zanaat anlamında sürdürmeye çabaladığı seziliyor.
Bu durumda ne söylenebilir?
“Zanaat” denildiğinde “emek” geliyor ilkin akla. Kişinin tüm yaşamına yayılmış geniş emek halesi, özenle sürdürülen işçilik… Sonuna kadar hep bu ustalığın arandığı, hep düzeyli, hep üstün, güzel, yararlı örnek yapının aranıp gözlendiği bir zanaat.
Zanaat, bu yanıyla sanat için de geçerli, geçerli ne demek, zorunlu.
Ne var ki zanaatın biricik olma, bu biriciklikte özgün, somut yapı ortaya koyma türünde herhangi hedefi yok yine de.
Bu nitelik, sanat için zorunlu olduğu halde zanaat için gerekmiyor. Ancak zanaat yok mu, bu, sanat için de zorunlu. Eğer sanatçı, zanaatında iyi değilse, yaptığı işin zanaat gerektiren yanlarında kendini geliştirip yetkinleşmemişse sanatçı olarak da bir yanıyla eksiklik yansıtacak, güdük kalacak demektir.
Bunun anlamı şu: eğer sanatçı, kendi dalında zanaatça yetkin değilse sanattaki düzeyi bundan etkilenecek, görece bunun etkisinde o da düşüklük gösterecektir. Zanaat olmadan sanatta sıçrama yapabilmek nasıl olanaksızsa, zanaatta hüner sergilemeden sanatta kendini gösterebilmek de o oranda güçtür, hatta olanaksızdır denebilir.
Bu hesapla zanaatçı da sanatçılığa geçebilir pekâlâ, ama aynı zamanda yine bu hesapla hem zanaat hem sanat için olmazsa olmaz koşul olarak yine liyakat çıkar karşımızda.
Liyakat zanaat için de geçerli olduğuna göre edebiyat değil yalnız, tüm sanatlar için liyakat zorunlu demektir. Öyle ya, zanaatta liyakat olmadan sanatta liyakate ulaşılamaz hiçbir zaman.
Bu doğrultuda bütün zanaatlar, alana katılacak kişide bunun gerekleri yönünde liyakat arayacaktır.
Edebiyat yapabilmek için okumaya, yazmaya “açık”, “uyarlı”, yanı sıra “duyarlı” bir beyin ve ruh beklenir hevesli kişiden. Birer zanaat bağlamında alırsak yapılan işi, bunlar olmadan, bu hünere erilmeden yazarlık yapılabilir mi?
Sözgelimi yazarlık için, salt derdini yazıyla anlatabilme becerisi, anadilinde bunu doğru düzgün ifade edebilme hüneri yeterli sayılamayacağına göre, bu durumda aranan başka hünerler de olacak demektir işin içinde.
Kaba, düz bir benzetmeyle yazma zanaatı, bir uçağın havalanmadan önce tekerlekle geçilen karadaki son yolculuğa, yazma sanatıysa tekerin yerden kalkıp havada gitme sürecine benzetilebilir.
Ancak bu benzetmenin de yazınsal değerde metin örneği olmadığını ekleyeyim. Öyle ya, bu da düz bir değiştirme yalnızca o kadar. Bunun da aşılması gerekir ki, yazınsal metnin kapısından adım atılabilsin.
O halde zanaattan sanata geçiş olgusunun niteliksel bir değişim, bir sıçrama noktası, aşaması, evresi bağlamında alınması zorunlu.
Sedat Erden’in Bir Yazarın Otopsisi (İzan, 2020) adlı romanı eşliğinde konuyu sürdüreceğim.