M.Sadık Aslankara (01.06.17 yazısıdır.)
Daha çok klasiklerden söz açıldığında karşımıza çıkıyor bu soru; “klasik”lerin okunmasına geldiğinde sıra, bunların “zamanında” okunması gerektiği vurgulanıyor sürekli.
Nedir peki anılan bir dizi klasik yapıtın okunması için gerekli bu “en uygun zaman”? Sonra “klasik nitelemesiyle anılan yapıtlar”ın, gerek tür gerekse seslendiği kuşak açısından tek çatı altında toplanması olası mı dersiniz?
Bu iki soruya genelleme yaparak doğrudan yanıt verebilmenin olanağı var mı? Verilse de bu yanıt, her genelleme gibi başlangıçta zedelenmiş olmayacak mı? O halde konuya görece yaklaşılması kaçınılmaz demek ki.
Görece yaklaşımdan söz edilecekse eğer “okumanın zamanı” olabilir mi? Göz, okuma disiplini edinip de kişi okuma alışkanlığı kazandığında akıl, yönlendirmeyecek midir onu? İnsan da kendine uygun okuma düzenine “o zaman” kavuşacaktır kuşkusuz…
Burada önemli olan okuma patinajından kurtulabilmesi insanın. Sonuçta yaratıcı okuma edimiyle tanışabilmesi kanımca. İşte “klasik” başlığıyla “zaman” olgusunu burada çakıştırabilir, bu noktadan hareketle kişinin böylece “okuyan adam” olarak kendi yontusunu yapabilir hale geleceğini öngörebiliriz pekâlâ.
Hep aynı tür, aynı biçem odağında sınırlı sayıda yazar tarafından verimlenmiş nice kitap da okusanız, payınıza düşecek okuma patinajıdır yalnızca. Bu okuma biçimi, durduğunuz yer neresiyle sizi mıh gibi buraya âdeta çakacak, yerinizden milim kımıldamanıza izin vermeyerek sizi daha da derine gömüp eylemsiz bırakacak, ufkunuzu genişletmek şöyle dursun daraltacak, sonunda kendi döngünüze tutsak kılacaktır. Tarhana bulgur okumak da diyebilirsiniz böylesi eyleme…
Bunu kim ister? Tür sayısıyla yazar-dil-kültür çevresi yelpazesini, bunun renklerini artırmadan okumanın okuma değil, “den den” biçiminde çoğaltılmış teksesli okuma halinde yinelemeye dönüşeceği açık değil mi? Ama “klasikler” genellemesi altında söylenden destana, masala, şiirden öyküye, romana, oyuna, denemeye yayılan bir okuma dağarının aynı değil, ayrı yaş kuşaklarına dönük bütünsel kucaklama yansıtacağı da açık…
Sözgelimi aynı yaş eşiğinde Homeros’u, Shakespeare’i, Montaigne’i, Cervantes’i okuma güçlüğü çekebilir ciddi bir okuma edimi kazanmış da olsa ergen yaş eşiğindeki okur. Doğaldır bu. Sonraki yıllara yayılmış halde pek çok ürün okuyabilir. Diyelim biz klasiklerin okunması için eşik olarak on beş on altıyla yirmi beş yirmi altı yaş arasındaki on yılı mı kastediyoruz? Bunu aştığında diyelim otuzunda, daha da artıralım, kırklarında klasiklerle ilk kez tanışıyor olmamak koşuluyla bu yapıtlardan kimilerini okumanın sakıncası var mı? Kişiyi geliştirici olamayabilir, ama yine de o yaşa dek taşıdığı at gözlüğünün aralanmasına yol açabilir bu okuma pekâlâ… Çünkü önemli olan klasiklerin esinleyeceği ufku edinip yola öyle çıkabilmek.
Genç yaşta yani zamanında okumanın kazandıracağı geniş ufuk, bakışta derinlik, değerlendirmede çok yönlülük, eleştirel soğukkanlılık kuşkusuz farklı zenginlik kazandırır kişiye, ileriki yıllarını da etkileyecek biçimde. Zaten bu nedenle önemi vurgulanır zamanında okumanın. İleri yaşın beyni, elbette bu okumalardan tat alır, hoş lezzetlerle dünyasını zenginleştirir. Ama nasıl ki beyin gelişimi çocukken tamamlanıyor, sonrası bu gelişim üzerine bina ediliyorsa klasiklerin de beynin en işlek, en yaratıcı olduğu o genç aşamada okunması, kişinin, sonraki yıllarını kazanmasının önünü işte öylece açıyor…
Yaratıcı zekânın besleyicileriyle sonrasındaki tetikleyicilerden biri, başlıcası bu erken okumalar işte. Hele yaratıcı yazarlıktan söz edilecekse, klasiklerle erken çağda tanışıp onlara egemen olmak, aklın önündeki engelleri ortadan kaldırmanın, zekâ perdesini açmanın da bir yolu…
Yoksa elbette her çağda okuyabilirsiniz klasikleri, bir engel olabilir mi bunun önünde?
Ama kişi, bir an önce özgürlüğe kavuşmanın yolu olarak yine de aklını klasiklerle tez elden tanıştırmaya bakmalı…
Akıl, akılla yol alıyor, unutmayın…