ÖYKÜ OKUMAZSANIZ SİZİNKİNİ KİM OKUR?
M.Sadık Aslankara
(11.07.2024 YAZISIDIR)
- Bölüm / 2017
Yüzlerce öykücüden binlerce öykü; bugüne dek okuduğum öykü kitapları konusunda sayıca belirleme getirmem gerekse bunu en doğru biçimiyle böyle dile getiririm herhalde.
Yazarların belki çok büyük bölümünden -ki bu yazarların yine çok büyük bölümü yenice tanınan yazarlardır kuşkusuz-, ilk (ya da tek) öykü kitabını okusam da azımsanmayacak bölümünden -ki doğallıkla bunlar da yazınımızın bilinen yazarlarıdır-, birden fazla öykü kitabı okuduğumu söylemem yerinde olacaktır.
Öykücüleri okuduğum nasıl anlaşılır? Şöyle de yöneltilebilir bu soru:
Ben böyle söyleyip yuvarlayabilirim, dilin kemiği mi var? Okudum, der geçerim. Ama sizler, yazar ya da okur olarak benim öykü okuduğumu pekâlâ biliyorsunuz. Bunda aynı düşünceyi paylaşıyor olmalıyız karşılıklı.
Nereden belli bu? Kaleme aldığım yazılardan.
Okuduğum öykü kitaplarının neredeyse tamamı üzerine kısa da olsa değerlendirmelerimi, notlarımı paylaşıyorum.
O zaman öykü okuduğunuz ortaya çıkmakla kalmıyor, bunlar üzerine farklı düşünceler ürettiğiniz de gözler önüne seriliyor.
Öykü okumayı, bu şekilde yorumlamıştım zaten önceki bir Sayfa Yazısında: “Okumanın Ölçütü Öykü Üzerine Yazmak…” (22.08.2024).
Bir öyküyü okuyunca, “Sevdim / Sevmedim”, “Beğendim / Beğenmedim” demek kolay, ancak bu tek sözcük, okunduğu söylenen öykünün özgül ağırlığıyla örtüşmüyor asla.
Asal iş, okuma. Ne ki burada “okuma”nın somutlanışı da önem taşıyor. Öyle ya, okuma dağarımıza bir yeni öykü katıldığında biz önceki biz’den daha farklı bir öykü okuru haline gelemediysek bu metni okuduğumuzu nasıl öne sürebiliriz?
Öyleyse okuma ediminden önce okuma edimi üzerine enikonu düşünce geliştirmiş olmamız, okuma eyleminin ne olduğu üzerine kafa yormamız gerekmez mi? Okuma ediminiz sırasında hiçbir eylemde bulunamasanız bile okuduğunuz öyküde bir derinleşmeye yönelebilir, siz de okuduğunuz metnin yapılandırılışı üzerine kendinizce bir geliştirimde bulunmaya yönelebilirsiniz.
Demek sıra içi okur olmak değil sıra dışı alımlayıcı okur olmak için çabalaması gerekiyor insanın; doğru okurluk bunu zorunlu kılıyor çünkü. Aksi halde kişiye “okur” niteliği yakıştırabilmek ne ölçüde doğru olur böyle bir okumadan uzaksa?
“Yaratıcı okuma” dedikleri de bu değil mi?
Gerek dünya yazınında gerekse bizde deneme yazarlarının neredeyse tamamı, denemelerinde belirleyip yöneldikleri alanlarda sorunsallara dönük farklı denemeler kaleme alırken, bir çalım okurluk, okuma edimi, kitaplar üzerinde de denemeler kaleme alıyor hatta kitaplar ortaya koyabiliyor.
İnsan, nice okur eylemi içinden süzülüp gelse de kitaplar, okumalar üzerinden verimlenen yapıtlara ilgisiz kalamıyor. Sözgelimi bu tür denemeleri okumak çoğul bir mutluluk yaşatıyor bana.
Nitekim okuduğum öyküler için yazarken de bu başucumdaki bu kitaplar yazı eylemim boyunca hep benimle oluyor, bir yandan onlarla âdeta yeniden okumalara girişiyorum öte yandan okuduğum öykülere değgin notlarımı paylaştığım yazımı kaleme almayı sürdürüyorum bu arada.
Şu son birkaç yazı boyunca okuduğum öykü kitaplarının azaldığını fark ediyorsunuz elbette. Bunun nedeni, masama kapanıp yoğun biçimde kendi dosyalarıma yönelmek, o kadar, yanıtım bunca yalın. Şano’yla Ondancı, bu evrenin yapıtları.
Ben de öykücü, romancı değil miyim, ayırdındasınız kuşkusuz bunun. Kurmaca yapıtları, insana göz açtırmıyor, masa bağımlısı kılıyor neredeyse.
Öykü-roman yazan, ama başkalarınca kaleme alınan öykü-roman yapıtlara karşı da ilgisini sürdüren, onlar için de okumalara girişmekten, üzerlerine yazmaktan yorulmayan bir yapıya sahibim demek ki.
Ama zaman zaman kendi dosyalarıma karşı ihanet ettiğim gibisinden bir duygu yaşadığımı itiraf etmekten çekinmeyeceğim. Sonuçta yayımlandı Şano, Ondancı. Ama ya ardı sıra gelen dosyalarım, onlara ayırmam gereken zaman?
Gelelim 2017’de okuduğum öykü kitaplarına…
Cemil Kavukçu, hiç ara vermeden öyküyü sürdüren yazarların arasında başı çekiyor âdeta. Onu, romana geçtikten sonra öyküden görece kopmuş görüntüsü bırakan Hasan Ali Toptaş Gecenin Gecesi adlı yeni yapıtıyla alana katılıp okura da yazara da sürpriz yaptı.
1990’ların, 2000’lerin yazın alanına girerek öykünün kapını açanlar da dikkati çekiyor. Romanlarından sonra Yasemin Yazıcı Sözçalan Karanlık¸ şiirle öyküyü yan yana götüren Nilüfer Altunkaya Sen Buralarda Yokken, sonradan romana geçse de öyküden kopmayan Halil Genç Damlalar, Mahir Ünsal Eriş Öbürküler adlı yapıtlarıyla bir kez daha alanda adlarını pekiştirdiler.
İkinci kitaplarıyla öykünün ısrarlı yolcularından Sofya Kurban Cebimdeki Taşlar, Esme Aras Kumrunun Saklısından, Merve Koçak Kurt Oysa Rüyaydı adlı yapıtlarıyla alandaki varlıklarını pekiştirmeyi başardılar.
Her alanda öne çıkmış yazarlar da öyküye ilgi gösterebiliyor. O zaman onlar da öykü türünde ilk kitaplarını yayımlıyor bir biçimde. Kemal Varol Sahiden Hikâye adlı yapıtıyla alana katılırken öyküye ilgisini gösterdi böylece. Safiye Gölbaşı Serazat, Fatma Nur Kaptanoğlu (d.1993) Kaplumbağaların Ölümü adlı yapıtlarıyla alana ilk kez katılan yazarlar oldu.
Sürdüreni, ilk kez katılanıyla bir büyük aileyiz biz öykücülüğümüzde.