“ÖYKÜ PATLAMASI”NI YORUMLAMAK…
M.Sadık Aslankara
(04.01.2024 YAZISIDIR.)
Ne zaman bir “90’lar edebiyatı” lafı geçse, yanı sıra “öyküde patlama” da pilav üstü kuru fasulye benzeri anımsanır, anımsatılır.
Artık bu, öyküyle uzak-yakın ilişkisi olan herkes için bildik bir konu.
İşin bir yanı böylesi sohbetler için geçerli olabilir elbette, doğaldır bu. Ama şu da bir gerçek, gerek 1990’lar edebiyatı gerekse o dönem konu edilen öykü patlaması üzerine azımsanmayacak yazı kaleme alındı, oturumlar, yanı sıra farklı etkinlikler de düzenlendi hatta kimi dergiler bu konuya özgüledikleri sayılar bile hazırladı.
Bunların bir bölümüne ben de katkı verdim, sonra bu alana dönük düşünce kazılarına giriştim, farklı yayınlar için yazılar kaleme aldım.
Ama 1990 edebiyatıyla öykü patlaması hâlâ bu alandaki özgün konumunu koruyor, eski yoğunluğunda değilse de konuşulup tartışılmaya devam ediyor.
Son olarak Leyla Burcu Dündar’dan okuduğum, Edebiyat Sosyolojisi Açısından 90’larda Türk Öyküsü (Hece, 2016) adlı, yazarının farklı bir disiplinle konusuna yaklaşarak gerçekleştirdiği çalışma, doğrusu ya, bu bağlamda belki de ilk kez olguyu tam anlamıyla nesnelleştirerek önümüze getirmiş oldu.
“Her ne kadar 1990’larda bir ‘öykü patlaması’ olduğu konusunda hemfikir olunsa da,” diyerek konusuna yaklaşan Leyla Burcu Dündar, ardı sıra getirdiği, “1990’lı yıllarda gündemi meşgul eden ‘öykü patlaması’nı somutlaştırmadan bu konuda yorum yapmaya kalkışmak, bilimsellikle çelişecektir,” yargısını paylaşıyor aynı zamanda. (Leyla Burcu Dündar, Edebiyat Sosyolojisi Açısından 90’larda Türk Öyküsü; Hece, 2016, s. 26, 31)
Böylelikle emek ürünü yapıtının girişinde daha, bir yazınbilimci olarak alana dönük uygulayacağı disiplinin gereklerini yerine getirerek konuyu işleyeceğini gösteriyor.
Yazıyı da yazarın kullandığı başlıkla “‘Öykü Patlaması’nı Yorumlamak” olarak alıp Leyla Burcu Dündar’ın bilimsel yöntemle önceden belirlenmiş veri tabanına dayalı ele alışını, kitaptan alıntılarla gelin birlikte gözden geçirelim.
Önce 1990’lar edebiyatının öykücülerini alıp sınırını çiziyor. Gerçekten de biz 90’lar edebiyatı derken bu evrede başı çeken 1990 Kuşağı öykücülerini kastediyoruz zaten. Leyla Burcu Dündar, 1990’da ürünleriyle kendilerini gösteren gençleri de sınırlamak üzere aynı dönemde öykü kitabı yayımlayan yazarlardan ayırıp “1970-79 doğumlu yazarlar” olarak sınırlıyor. Böyle olunca veri tabanında anılan dönemde (1990-2005) öykü kitabı yayımlamış yazarların toplam sayısı 437’yken 70-79 arasında doğanlar ancak %11 olarak çıkıyor.
Yazarın belirlemesiyle, “veri tabanında, 437 öykücü ve bu kişilere ait 893 öykü kitabı yer al(ıyor).” (s. 62, 63)
Öykü patlaması olgusuna yaklaşırken veri tabanında sergilediği seçiciliği, örneklerin birebir gösterene dönüşmesi amacıyla yansıttığını ele veriyor yazar. Nitekim araştırma konusu yaptığı 1990-2005 diliminde öykü kitabı yayımlayan öykücüleri doğum tarihlerine göre ayırıp farklı ölçütlerle grafikler eşliğinde sayfalara aktarırken Dündar, herkesin kolayca görüp çıkarsamaya yönelebileceği bir uzgörü getiriyor aynı zamanda.
Leyla Burcu, “adına patlama denmese bile 1996’dan bu yana öykü piyasasının büyüme eğiliminde olduğu rahatlıkla söylenebilir,” diyerek öykücülüğümüzle uzak-yakın ilişkide olan hemen herkesin daha baştan kabullendiği bu türden bir genellemenin bizi sonuca götürmekte zorlanacağını da gösteriyor.
Sonra da örneklemeler eşliğinde, “patlama denen olgunun 1996 ve 1998 yıllarındaki sıçramadan ibaret olduğu, çok da kalıcı ve süreklilik arzeden bir durum olmadığı” yargısını paylaşıyor bizimle. Bunun da ardından, “istisnai birkaç yıl dikkate alınmazsa, yayımlanan öykü kitabı sayısının pozitif bir ivmeye sahip olduğu”nu belirtmekten de geri durmuyor bu arada. (s. 55, 57)
Yazar, bu yargılarını kaba yuvarlamayla dillendiriyor değil; her öne sürüşünü baştan sona sayısal veriler desteğinde getiriyor okur önüne.
Doğru sonuca ulaşabilmek amacıyla başlangıçta bu dönemde öykü kitabı yayımlayan 1913-1986 arasında doğmuş yüzlerce yazarı sayıca “daraltırken, öncelikle 1965 ve sonrasında doğmuş olmak ölçütü”nü dikkate alınca öykücü sayısı 102’ye düşüyor. Grubun büyüklüğü nedeniyle “en az iki kitap yayımlamış olmak” ölçütü getiriliyor. Bu kez yazar sayısı 53’e düşüyor ama, “incelenmesi gereken metinlerin çokluğu” (131 kitap) yine güçlük taşıyacağından “üçüncü bir ölçüt” daha devreye sokuluyor. Bu kez “veri tabanındaki 102 yazar içinde ‘en az üç öykü kitabı yayımlanmış’ olan öykücüler” seçiliyor, sonuçta “13 öykücü”den “toplam 51 öykü kitabı” alınıyor. (s. 63)
Leyla Burcu Dündar, yine de “kuşatıcı bakış” amaçlı farklı bir yol izliyor:
“…102 kişiden oluşan grup önce 53’e ve daha sonra 13’e indirildiğinde, oldukça ‘homojen’ bir grupla karşı karşıya kalınmıştır. Bu nedenle çalışmayı, sözü edilen 13 yazarın ve bu yazarların öykü kitaplarıyla sınırlamanın doğru olmayacağı düşünülmüştür. Böylesi bir sınırlamanın, bu çalışmada ortaya konması hedeflenen kuşatıcı bakış açısı ile çelişeceği açıktır. 13 kişiden oluşan küçük bir grubun incelenmesi, hem yazar hem de yapıtlar açısından çeşitliliğin azalması anlamına geleceğinden tercih edilmemiştir. Dolayısıyla yeniden 53 öykücüden oluşan grup üzerinde çalışmak gündeme gelmiştir. Böylelikle hem yazarlar köken, siyasal görüş, edebî anlayış açısından farklılaşıp daha geniş bir yelpazeyi temsil edecek hem de metinler daha heterojen bir yapıya kavuşacaktır. Sonuç olarak, sozü edilen 53 öykücü ve bu kişilerin 131 öykü kitabından oluşan küme seçilerek araştırma nesnesinin çerçevesi netlik kazanmıştır.” (s.64)
Yazar, çalışmasında kadın yazarların yayılımına da yer açıyor yapıtında. Konuyu Leyla Burcu’nun ele alış tutumuyla sürdürüp daha sonra da bir başka açıdan 1990 öykü patlamasına dönük kendi değerlendirmemi getireceğim.