SAYFA YAZISI; Öykü Sökümü

ÖYKÜ SÖKÜMÜ…

M.Sadık Aslankara
(22.05.2025 YAZISIDIR)

Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun önerisiyle başlayan bu mini dizi, “öykü sökümü” başlıklı bölümüyle sona eriyor. Hoş Mehmet Zaman’ın önerisi, doğrudan ilk iki bölümle ilgiliydi: “Romanı Soyundurmak, Öyküyü Giyindirmek”, “Dil Yaratmak”…

Bunların arkasına bu bölümü de eklemeye karar verdim.

Önceki bölümler, bir yandan yazarlıktaki metin kurulumuna, ama aynı zamanda okurluktaki edime dönük katkısıyla dikkate alınması gereken, bir açıdan vazgeçilmezlik de gösteren kılavuz bağlamında alınabilir. Bu son bölümde aralıklarla değinsem de, konuya yaklaşmak açısından buna yer açtığım bir “Kitaplar Adası” yazımda sözünü ettiğim “öykü sökümü” bağlamında nasıl yaklaşım sergilemişim, ne söylemişim, önce buna göz atalım gelin.

Bunu, küçük bölümce halinde ara başlığıyla birlikte aşağıya alıntılıyorum:

Öykü Okumak, Sevmek de Bir Emek…

“Hadi anladık, öykünün kendisi, öykü kaleme getirmek bin emek, peki ya okumak, bu ne, bizde yarattığı duygu katmanları arasında öyküyü arayıp bulmak, sevmek onu, ya bu ne, bu da bir emek değil mi?

“O halde okuyabilelim önce. Doğal ki her okuryazar okuma yazmayı bilir elbet ama olasıdır, öykü okumayı bilemeyebilir. Okuma yazmayı sökercesine öyküyü de sökebilelim, değil mi? İşte öyküyü okumak, öyküye emek vermek, bir tür öykü sökümüne girişmek anlamına geliyor.

“Nedir öykü sökümü? Öyküyü sevmenin öykücesi, bunun öykü dilindeki karşılığı diyelim kestirmeden.

“Kanat çırpmaya koyulup uçmaya hazırlanan yavru kuş misali yazıyormuş gibi gezinmek yok mu, yapılması gereken bu, bulmacanın faresi olup öykü peynirini saklandığı yerde bulabilmek okurken, işte bu, bu kadar.”

Yukarıdaki bölümde, üzerinde özellikle duracağımız ilk düşünce şu; okuma yazmayı sökercesine öyküyü de sökebilmek.

Okuma yazma eylemini “sökme” eylemiyle eşleştiren nedir? Tek yanıt şu olsun hadi: Okuma yazma çok yönlü bir yapbozdur. Okurken, yazarken sonsuz üretkenliğe dayalı yapılar kurulabilir, aynı şekilde ortaya konan bu yapılar bir anda dağıtılıp öncekine benzemez biçimde ama yeniden farklı yapılar da kurulabilir.

İşte öykü, bu anlamda okuma-yazma eyleminde gözlenen yapbozdakine benzer nitelik sergiler. Yeni okumalar temelinde her seferinde farklı bir giyindirmeyle öyküyü değiştirebiliriz.

Bu eylemin içine “öykü sökümü”nü nasıl yerleştireceğiz peki? Bir yazın terimi bağlamında Jacques Derrida’yla kullanıma giren “yapısöküm” kavramıyla burada benim dillendirmeye giriştiğim “öykü sökümü” deyişini birbirine karıştırmadan ayırmamız gerekiyor önce.

Elde örülen çorap, kazak, örtü vb. geleneksel elişimizdeki yapıp etmelerde işe söküm de karışıyor. Örgüyü yenileme isteği doğduğunda, buna gerek duyulduğunda ya da salt daha güzel olması amacıyla farklı bir modele dayalı bu, yeniden örülmek istendiğinde örgü sökülür, sökülen malzeme, belki yeni malzemelerin katılımı, farklı desenle ayrı bir örgüye dönüşebilir.

Bu yanından yaklaşıp değişmeceli bir kavrayışla buna bakıldığında “öykü sökümü”yle “yapısöküm” terimi bir açıdan uyumlu olarak da alınabilir pekâlâ. Ancak ben bu kullanımı, kendi geleneksel kültürümüz içinde öteden beri yeri bulunan olguyla bağlantılı olarak konuya yaklaşmak istiyorum.

Bunun bir örneğini dilimizden da gösterebiliriz: “Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü?”

Toplumda bu söyleyişin, hangi durumlarda dile getirildiğine bakıldığında çok farklı olaylar karşısında, hatta birbiriyle ilişkilendirilemeyecek durumlarda bile bu söyleyişin kullanılabildiğini görüyoruz.

Gerek geleneksel elişi örgü gerekse atasözü, deyim vb. özlü sözlerin tümünde bir yapbozun izleriyle karşılaşıyoruz hep. Bu açıdan iki terim arasında koşutluk yok değil. Ancak bizim, anadil olarak Türkçede “hece” temelinde ekli yapıyla düşünüp konuşan, sonuçta anlaşan bir toplum ölçeğinde yukarıdaki örneklerin üzerine birbirimizle paylaştığımız dedikoduları, birbirimize hikâye diliyle aktardığımız gündelik anlatıları da eklediğimizde bunun zaten doğal bir çözümleme olacağı açık, somut.

“Öykü sökümü” deyişimi bütün bu örneklerin, bunların üzerine eklenebilecek daha farklı çeşitlemelerin ışığında düşünüp değerlendirmek gerekiyor o halde.

Şimdi bununla neyi hedeflediğimi, romanın soyundurulması, öykünün giyindirilmesi olgusunu da işin içine katarak açımlamaya çalışayım. Yukarıdaki alıntıda okuma yazmayı sökercesine öyküyü de sökebilme eyleminden sonra üzerinde duracağımız bir ikinci nokta da yazıyormuş gibi öyküde gezinmek yani onu hep yeniden yeniden yazabilmek.

İşte o zaman romanı soyundurmak, öyküyü giyindirmek deyişleri de anlamca yerli yerine oturuyor kendiliğinden.

Romanlar da hikâye barındırmıyor değil ama bunların hiçbiri öykü sanatı örneği halinde önümüze gelmiyor romanda, romana bağlı, ancak okunla yaşam bulan birer salkım hikâye nüvesi halinde kalıyor, o kadar. Dolayısıyla soyundurmayla uyumlu olarak romana katılıp yalnızca, bunun sayfalarını açıyor.

Öykü, “söküm”le yukarıda gösterilen örneklere benzer biçimde bir giyindirme çeşitliliği kazanıyor. Her okur, öykü sökümüyle biçtiği kendine özgü donu, yeniden örgüleyebiliyor kolayca.

Sonuçta elbet sökülen malzeme, öykünün kavramsal temellerine halel getirmeyecek, ancak bu kavramsal tortuya yeni bir yoldan ulaşma olanağı çıkarıp okurun bunu görmesini sağlayacaktır, bunu da unutmayalım.