SAYFA YAZISI; ÖYKÜDE AYRIŞAN, BULUŞAN…

ÖYKÜDE AYRIŞAN, BULUŞAN…

M.Sadık Aslankara
(06.06.2024 YAZISIDIR)

 

2004

 

2004’ün, yani yirmi yıl öncesinin öykü kitaplarını anımsarken, bu tarihi de geçerek yirmi yıl öncelerine geri gidip şöyle kabaca canlandıralım dönemi gözümüzde. 1980’lerden 90’lara geçişi düşünelim biraz…

12 Eylül’ün üzerinden çeyrek yüzyıl geçmiştir. Görünüşte suskunluklar sanki alabildiğine sona ermiş, sisler dağılmış gibidir. Bittiği düşünülen “Soğuk Savaş” sonrasında “tek dünya” imgesi peşine takılan kitleler, büyük harfli afişlerle önlerine çıkarılıp sunulan Postmodernizm, globalizm türünde kayda geçen kavrayışlar eşliğinde, bu arada kendilerini de neredeyse dünyanın kurtarıcısı konumunda görerek bunun sanattaki uzanımlarıyla buluşmayı bu yılların önemli bir girişmesi, örtüşmesi bağlamında aldılar. Sonsuz bir özgürlük söz konusuydu. Toplumlar da insanlar da özgürdü. Bu duygular eşliğinde bu tutumu sorgusuz sualsiz benimsediler, benimsemekle kalmadılar bunun âdeta misyoneri kesilip edebiyatta bu doğrultuda birer uygulayıcıya dönüştüler. Liberalizmin egemen olduğu çağda bireyselleşme baş tacı edilecekti elbette.

1980 sonrasında öykücülüğümüz, daha 12 Eylül travmasından kendisini sıyırıp henüz üzerindeki sersemliği atamamışken bu süreçte, özellikle 1980 sonlarına doğru yaşanan, 1990 başlarında artık apaçık ağırlık kazanan bu olgu, 1990 ortalarında iyice güçlenen, fışkırma, patlama öncesi alabildiğine hareketlenip ivmelenen öykü potansiyelini de işte bu merkezin çeperleri çevresinde bir araya getirip topladı.

Süreç içinde öylesine güçlendi ki söz konusu damar, sonraki yılları beklemek gerekmedi, eli kulağında hazırdı zaten, çünkü daha bu dönemde 1990 Kuşağı öykücülüğü gibisinden kült bir kavrayış kendiliğinden yığışarak, milleşip pekişerek kısa sürede merkezi çekim odağına dönüşmüştü. Öykü alanında kimler varsa, tümünü etkileyip hepsinin de bir biçimde büyük enerjiyle bu merkezin çevresinde konumlanarak yer almalarını sağladı.

1950’lerde, 60’larda görülen etkime gücünün bir benzeri 1990’larda da yaşanmış oldu böylece. Gerçekten alana katılanlar 1990 ortalarında somutlaşıp yaşanan öykü patlaması sürecinde bu damara eklemlenmekten kendilerini kurtaramadılar, eklenmeseler bile bunun yansımasını gösteren birer öykü aynası oldular âdeta. Gerçekten de öykücülüğümüzde gitgide artarak ağırlığını duyuran 1990 Kuşağı öykücülüğü, öylesine güçlü bir damar oluşturdu ki, kendisiyle buluşanı da kendisinden uzaklaşıp ayrışanı da derinden etkiledi sürekli.

Nitekim 1980’lerde, daha öncesinde yapıtlarıyla alanda varlık gösterip bunu yeni yüzyılın ilk yıllarına taşıyan Pınar Kür Hayalet Hikâyeleri, Jale Sancak Sürgün Melekler, İlyas Halil Körler Bahçesi, Mustafa Balel Karanfilli Ahmet Güzellemesi, İbrahim Yıldırım Bir Cinayetin Ekonomisi sonrasında (1987)  Hassas Ruhlar Şikâyetçi Aşklar adlı yapıtlarıyla bir kez daha gösterdi.

1990’lardaki öykü verimiyle tanınan Tansu Bele Son İstanbullu, Tanseli Polikar Sati, Münevver Oğan Yitik ve Mavi (1997) sonrası Hüzünler Evi, Nalan Barbarosoğlu Gümüş Gece, Sema Kaygusuz Esir Sözler Kuyusu, Zafer Doruk Aşkgüzar, Ferhan Şaylıman Sığınak (1992) sonrası N’olur Beni Eve Götür, Gürsel Korat Çizgili Sarı Defter (1997) sonrası Gölgenin Canı, Doğan Yarıcı Gece Kelebekleri, Behçet Çelik Düğün Birahanesi, Başar Başarır Çıktığınız Hevesle İniniz adlı kitaplarıyla 90lar öykücülüğünün etkisini yansıtmayı sürdürdü.

2000’ler başında verimleriyle kendilerini gösterirken önemli bölümü 1990 Kuşağı öykücülüğüne bağlanan, o öykücülerle örtüşen ya da yol arkadaşlığına koyulan Ayşe Sarısayın Yorgun Anılar Zamanı, Meliha Akay Gülüşün Gelincik Tarlası, Ömer Ayhan Suspira, Yücel Balku Goncanın Üçüncü Günü, Ahmet Büke Çiğdem Külahı adlı yapıtlarıyla alana katkı sağladı.

Yayımlanan ilk kitapların 1990 ortalarından başlayıp gitgide yükselen ivmeyle sağladığı bu verim yoğunluğu alanda yüksek bir enerji yaratarak edebiyatımıza nasıl önemli işlev kazandırdığı bugünden bakıldığında çok daha iyi biçimde, üstelik somut olarak görülebiliyor. Çünkü bu enerjinin öykü okurunu da köpürttüğü, ötesinde 1970’lerde alabildiğine yükselmiş öykü okurunun 12 Mart, 12 Eylül gibi büyük kırılmaların ardından yaşadığı kopukluğu enikonu giderdiği, bir biçimde okurla yazarın öyküde daha çok buluşmasının önünün açılmasında etkin işlev üstlendiği öne sürülebilir.

Bu çerçevede Puna Pamir Yolculuklar, İlknur Özdemir Senin Öykün Hangisi, Müyesser Güner Kıyıdakiler, Kevser Ruhi Kehribar Kadınlar, Mavisel Yener Derin Yırtmaç, Vicdan Efe Sen de Topla Düşlerini, Deniz Günal Işıltılı Venüs, Nilüfer Altunkaya Sokak Düşleri, Betül Akdoğan Sonra Bana Kuş Dediler, Lütfi Özgünaydın Taş Yolu / Eğin Öyküleri, Engin Çetinbağ Kadehi Boşalanlar, Mehmet Koca Toprağı Dinleyen Adam, Temel Karataş Yol Ağrısı, Yavuz Ekinci Meyaser’in Uçuşu, anılarını da hikâyelerine katan Erdal Atıcı (d.1963) Ortacalı Yıllar adlı ilk öykü kitaplarıyla alana girip öyküdeki varlıklarını somutladılar.  Farklı bir ilk kitap da oğul Arif Okay’ın, dergilerde kalan öykülerini topladığı babası Süleyman Okay (1928-1999) imzalı Hişştt! adlı yapıt. Bunun yanına öyküye 1980’lerde başlayan Cahit Kayra (1917-2021) Bilgeler ve Balıklar adlı kitap eklenebilir.

Görüldüğü üzere alanda yazarlar, bir yandan ilk kitaplarıyla bir kar toplama havasında enerji yoğunlaştırması getirirken öte yandan daha önceden ilk kitaplarıyla kendilerine yer edinmiş yazarların alandaki kitap verimleri arasındaki eşik, görece kısalan konum sergiliyor.

İster dönemi içinden isterse 80’lerden ya da döneminden hem de ilk öykü kitabı olarak gelsin, ayrışsa da buluşsa da eklemlendiği 90 Kuşağı öykücülüğüne dönüşüyor sonuçta artık yazarların öykülemi, öykülemesi.