ÖYKÜDE “FENOMEN OLMAK” İŞE YARAR MI?
M.Sadık Aslankara
(07.11.2024 YAZISIDIR)
29.Bölüm / 2024
“Düşünüyorum, o halde varım,” aşamasından bir geri kayışla döne döne “Görünüyorum, o halde varım,” kavrayışının egemen olduğu bir çağa gelindi sanki, hem de toplumlararası bir uylaşımın yansıması halinde.
Bunu, bireylerin sosyal medya hesapları üzerinden gözlemek de olası, çünkü bu hesapları, neredeyse hemen herkes, yaşadığının, yaşamı sürdürüyor olmasının neredeyse kanıtı niyetine kullanıyor, “Bakın, yaşıyorum” demişçesine bir varlık kanıtlama gereci bağlamında paylaşıyor.
Nitekim bu tür sosyal medya hesapları, sanal platformlar, kendi aralarından durmadan yeni fenomenler yaratıp ortaya çıkararak iştah kabartıyor, bir yandan rekabet ortamı yaratırken olguyu daha bir köpürterek katılımcıları da bu yönde kışkırtıyor alabildiğine.
Bu da yine aynı şekilde kör parmağım kör gözüne dercesine bir görünür olma kavgası anlamına geliyor kuşkusuz, bu doğrultuda yoğun bir rekabet savaşı yaşanıyor kaçınılmaz biçimde.
Siz kendiniz için görünür olamadınız, görünürleşemediniz, görünür hale gelemediniz ama diyelim başkalarına görünür oldunuz, ne işe yarar bu? Bunu gerçek, nesnel bir görünür olma bağlamında kabul edebilir misiniz? Kişi, önce kendisini kendi gözünde görünürleştirmek zorunda değil midir, kendisine saygı duyabilmenin, kendisini sevebilmenin, beğenmenin de gereği olarak?
Doğal ki, bunun için kişinin kendisiyle barışık olması zorunlu, ilk ağızda insanda beklenecek tutum, davranış bu olacaktır. Bunun anlamı, kişinin kendisini yeterli görüp bundan hoşnutluk duyması, böyle de algılaması, bir tür maskeyle / maskelemeyle kendisine başka türde görünürlük aramaya kalkışmaması, buna gerek duymaması, gönül indirmemesi.
İnsan, kaleme getirdiği öyküyle, bu öykü metni aracılığıyla da pekâlâ görünürlük sağlayabilir, değil mi? Böyle olmasaydı Ömer Seyfettin’i, Memduh Şevket Esendal’ı kim okurdu, nitekim yüzyıl sonra hâlâ okunmuyorlar mı, okunduklarında görünürleşmiyorlar mı? Aynı şekilde Oğuz Atay’la Ferit Edgü de sıkı birer görünür değil mi? Saydığım bu adlar, birer fenomen oldukları için mi görünürleştiler? Böylesi dayanaksız bir öne sürüşe katılmak olası mı?
Ne var ki günümüzde, kimi öykü yazarı, yazdığını değil kendisini bir öykü fenomeni anlamında sunmak, bu yolla görünürleşmek için çabalıyor. Bereket bunlar sayıca az. Nitekim yazarlarımız genelde verimledikleri öyküler aracılığıyla görünürleşmek eğilimi sergiliyor diyebiliriz. Kuşkusuz bu, öykücülüğümüz adına iyi bir not.
Öykünün kendisi fenomenleşebilir elbette, doğaldır, buna kim itiraz edebilir? Nitekim öyle bir öykü çıkar ki karşımıza, pek çoğumuzun okur yaşamında sıkı bir fenomene dönüşebilir kolayca, yazarını aşarak kendisi görünürleşebilir bir çırpıda. Bu, yazarın da, öykü aracılığıyla görünürleşmesini sağlar aynı zamanda. Bu durumda öykü fenomeni yazar değildir, kaleme getirdiği öyküdür doğrudan.
Gerek bizde gerekse dünyada kişileri etkisine alan yaygın konumdaki bu hastalık, çok değerli öyküler üreten edebiyatımızda bulaş etkisine yol açmış değil henüz ama bundan sakınmak gerektiği açık.
Bu tehlike, cumhuriyetin yüzyılı boyunca büyük aşamalar kaydeden öykücülüğümüzü yine de olumsuz bir konuma sürükleyebilir.
Bu yıl içinde okuyup, okumalarımdan kalkarak kimi notlar paylaştığım öykü kitaplarını, yazarlarıyla birlikte sıralamaya geldi sıra.
Yıl bitmiş değil henüz, yine de elimin ulaşabildiği öykü kitaplarına göz atarak, bu çeyrek yüzyıl içinde elden geçirdiğim kitaplardan kalkarak bunları kendime dayanak alıp öykücülüğümüze değgin kimi çıktılara dönük saptamalarımı paylaşıp diziyi noktalamak istiyorum.
Bu doğrultuda önümüzdeki birkaç sayıda bunlara yer açacağım.
Artık öykümüzün demirbaşı Cemil Kavukçu Gölgeli Muhabbetler adlı yapıtıyla alana kendine özgü, özgün Cemil Kavukçu rengini kattı yine.
Hikâyeci gazetesi genel yayın yönetmeni Zeynep Eşin Hayat Hanım’ın Hayaletleri, inceleme, araştırma kitaplarından bildiğimiz Mustafa Gazalcı Tıngı, Nazmi Bayrı Kekeleme, İbrahim Tığ Bahar adlı yapıtlarıyla göründüler.
İkinci kitaplarıyla alanda ısrarcı tutumlarıyla dikkati çeken Derya Sönmez Öteki Hayvanlar, Gamze Güller Zürafanın Bildiği, Nurdan Aladağ Beni Umutsuz Bırakma, Nisan Erdem Rüyanın Oltasında, Ayşen Işık Ne Yeni Ne Başka, Hakan Sarıpolat Şehri Terk Eden, Mustafa Orman Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim adlı yapıtlarıyla öyküde varlıklarını sürdürdü
Çok romanlı ama bağlamlı ardışık öykülemesiyle alandan içeri ilk kez adım atan Özge Doğar Renkli Çiçeklerim Var, yine romanıyla bilinen Mehtap Sezer Düğüm Düğüm, üç romanı ardından ilk verimleriyle Orhan Girgiç Zaman Kokulu Öyküler, bunların ardından Adalet Temürtürkan Çoktandır Söylenmemiş, Gülser Kut Arat Kıran Yeli, Beyza Güngör Kedi İnsanlar ve Diğer Garip Hikâyeler, Meral Çiçeklidal Küçücük Söylüyorum, Nisan Erdem Rüyanın Ortasında, Selma Tonay Elhan Kelime Ağaçları, Duygu Terim Aslında Her Şey Yolunda, Ahsen Dalca Korkutan Belki de Muhteşem, Gülsüm Uysal Annemin Çiçekli Cepleri, Kübra Yavuz Nakkaşlar Derbendi, Esme Sarıtaş Bir Martının Çığlığını Duydum, Cemil Taner Tüm Yaşantımız Bir Hayal Bizim, Ceyhun Balcı Ne Acayip, Ayhan Akduman Tuhaf Öyküler Silsilesi adlı yapıtlarıyla alana katılıp öykücülüğümüzden içeri adım attılar.
Haftaya, bir-iki yazı Cumhuriyetin öykü patlamalarına daha geniş bir açıyla, kucaklayıcı perspektiften bakmaya yöneleceğim ilkin, sonrasında genel çıktılara eğilerek kapatacağım otuz hafta boyuca sürdürdüğüm bu dizi yazıyı.