ÖYKÜDE NEREYE GİDİYORUZ?..
M.Sadık Aslankara
(05.12.2024 YAZISIDIR)
4.Bölüm
“Öyküde Nereden Nereye Geldik?” diyerek çıktık yola. “Öyküde Neredeyiz?” sorusunun eşiğinden geçip bir kez de “Öykünün Neresindeyiz?” diyerek ürettiğimiz soruya uğrayıp biraz da bunun üzerinde düşünce gelgitleri geliştirdikten, görece “Pekiyi, ya sonra,” demek durumunda kalıp ardı sıra zorunlu uğrak halinde yeni bir soru çengelinin önüne gelmiş olduk sonuçta:
“Öyküde Nereye Gidiyoruz?”
Gelin şimdi bu soruyla birlikte yeni bir düşünce uçkunu dizisine girelim. “Düşünce uçkunu” derken, bunların birer “uçkun” olduğunu açıkça söylüyorum zaten, demek ki bu yazılarda sıçramalar, önceden mimlenmiş satırbaşları aracılığıyla yol alınacağı anlamına geliyor bu. Çünkü inceleme değil, kendi payıma düşünleme metinleri kaleme alıyorum. Nitekim sorular köpürtüp bunlara yönelik yanıt arayışlarıyla geliştirdiğim dizide biçemsel, yöntemsel dayanaklarımın incelemeden tutun deneme eleştiriye, kurama bilimsel bilgiye vb. geniş bir dağara uzandığı, uzanacağı açık zaten.
Şimdi sorunsaldan içeri adım atarken de ilk elde yine sert bir soruyla yekinelim: Öykü hamallık mı?
Öykünün, bir tür amelelik olduğu, ötesinde bunun bir zorunluluk gerektirdiği söylenebilir elbette. Öyle ya, “amelelik” dediğimiz, işçiliktir ki böyle söylendiğinde, öykü kaleme almanın hem de ağır bir işçilik bağlamında alınması gerekeceği apaçık ortada, öykünün şıpsevdileri bunu kavramakta zorlanabilir, o ayrı. Ama soy öykü yolcuları, kâbuslara bata çıka, ruhlarında bunun ezasını, kırbacını yaşaya duya bir güzel bellemişlerdir bu şaşmaz gerçekliği.
Ancak zurnanın zırt dediği yere gelelim biz; bu amelelik hiçbir zaman hamallığa dönüşmez, öyleyse öykücü, ömrünün sonuna dek amelelik yapacak, ama hamallıktan da hep uzak duracak. Sanatçı hamile gezendir, gezmelidir ama hamallık yapan da değildir hiçbir zaman. Çünkü hamal, taşıdığıyla içsellik kurmaz, öykücü bu nedenle hamal değildir ama her zaman hamiledir, çünkü yaratıp taşıdığının sahibidir, evet bir yandan öykünün sahibidir, doğru ama öte yandan öykü de yazarının sahibidir, bu nedenle birbirlerinin aynası konumu taşır öyküyle yazarı.
Bu salt öykü ya da yazın türleri için geçerli olgu bağlamında düşünülmemeli. Öykü bütün öteki sanat alanlarında gözlendiği, üretilen yapıtlarda somutlandığı üzere buna ayak uydurmuştur yalnızca, o kadar. Gelin o sert soruya dönelim biz yine: Öykücü neden hamal değildir, hamallık yapmaz?
Çok açık bir yanıt döşeyelim bu soruya:
Öykücü, değişmez, hep aynı kalan sabit bir yükün, ya da ağırlığın, burada elbette metnin taşıyıcısı değildir de ondan.
Günümüz öykücülüğünde, bana göre gitgide büyüyen önemli sorun öykü heveslilerinin, şıpsevdilerinin, iyi duygular taşısa da öykünün yolunu yöntemini henüz bilmeyenlerin, eh hadi biraz da keskin konuşayım öykü ukalalarının bu işi öğrendiklerini sanıp hamallığa girişmesidir diyebilirim.
Hamallık derken öğrenilenlerin, öykünün değişmez ilkesi, arkesi kabullenilerek sürdürülmeye girişilmesi, bu amaçla söz konusu öykü birikiminin hep taşınması eğilimini anlayabiliriz.
Bu sorunsal yazarıyla okuruyla öykücülüğümüzü statikleştirip durağanlığa iten bir bulanık su, durgun göl oluşturuyor ne yazık ki.
Bu çerçevede öyküsünde yapay zekâdan yararlanmak için hamallığını yapıp taşıdığı öyküyü yine kendi yazarlığı için dayatanlar olacağını da pekâlâ öngörebiliriz. O halde yapay zekâyı bu yolda kendi öykümüzün hamalı yapmaktan vazgeçip at gözlüğü takmayı bırakarak öyküde tam bir laboratuvar düzeninde yeni rotalara hazırlanmamız gerekiyor.
Oysa son yirmi beş yılda okuduğum, özellikle aynı yazarların yayımladığı öykü kitapları, kimi oturumlarda öykü okurlarının ilgi gösterdiği öykü kitapları, çok farklı kesimlerden gelse de izleyip gözlediğim yazar veya okur tutumları, bunlarda öyküye dönük örtüşme, uyuşma, doğrusu bende bu kanıyı pekiştiriyor.
Nedir bu kanı? Kısaca söylersem, yazarlar da okurlar da bir kez kaldırıp da omuzlarına aldıkları öykünün hamallığını sürdürüyor, genel izlenimim bu, yazdıkları, okudukları öykü için biçtikleri donu dikmeyi sürdürüyorlar, yani yapılan öykü ameleliği değil, hamilelik hiç değil öykü hamallığı. Yazılan ya da okunan öykülerde, öyküleme sanatına dönük arama değerinin çok aşağıda kaldığını gönül rahatlığıyla dile getirebilirim.
Böyle olduğunda, öyküde geleceğe yönelik yürüyüş yaptığınızı öne süremeyeceğiniz gibi pekiştirdiğiniz öyküsel değeri taşımanın, yani bunun hamallığını yapmanın ötesinde bir amelelik de getirmemiş olursunuz. O zaman, hamile bir öykü yazarı veya okuru olduğunuza kim, nasıl inanabilir?
Aynı zamanda bir öykü yazarı olarak kendime de bu soruları aralıklarla sorduğumun bilinmesini isterim. Kendime bu iğneyi batırdıktan sonra başkasına çuvaldızı hiç mi hiç dayamadığım düşünülebilir mi?
Öykü yayımlayan dergi yayın yönetmenleri, öykü seçici kurullarında görev üstlenenler, öykü yayımlayan yayınevlerinin editörleri, daha kimler kimler, ya onlar da birer öykü hamalı kesilmişse karşımızda, başlangıçta yüklendikleri öykü değeri her neyse bunu taşımayı sürdürüyor, öykü yolculuklarını bununla sürdürüyorsa hâlâ, o zaman ne yaparız?
O halde öyküde nereye gittiğimiz elbette önemli, ancak bu yolu nasıl aldığımız, bu yolu nasıl gittiğimiz düşünülmüyorsa bunun yanında, eksik kalacaktır, unutmayalım bunu. Bugünden tezi yok, öyküde bir an önce hamile kalmak, ama ona bağlanmadan yeni yeni hamilelikler için çabalayalım.
Bunun için de tutkulu bir öykü aşkına düşelim, hep içlidışlı yaşadığımız.