SAYFA YAZISI; ÖYKÜNÜN NERESİNDEYİZ…

ÖYKÜNÜN NERESİNDEYİZ?

M.Sadık Aslankara
(28.11.2024 YAZISIDIR)

3.Bölüm

Öykü de bütün öteki sanat alanlarının yapıtlarında görüldüğü gibi, yaratıcısından bağımsızlaşıp kendi varlığını dayatan konuma ulaşıyor. Üreten sanatçı, özne konumuyla, yarattığı bu yapıtla arasındaki yakın ilişkiden çıkagelse de yapıtla sanatçı artık ayrı taraflarda yerlerini alıyor yine de.

Demem o ki “öykü”, yazardan bağımsız bir sanat nesnesine dönüşmüştür,  yalnız verimleyicisinin değil alımlayıcı konumunda öteki öznelerin de dışında somut nesnellik sergileyen bir sanat varlığıdır artık.

Önceki yazılarımda her ne kadar karışık düzende sürse de öyküyü, gerek önündeki gerekse ardındaki öznelerle birlikte aldık hep. Öykünün nereden nereye geldiğini, şimdiki yeri bağlamında nerede durduğunu vb. konu edinirken başrolde hep öykü yer alıyordu yine de.

Bu kez gelin “öykü”den çok öykünün önündeki, ardındakilere ilişkilere, gelişmelere bakalım, verimleyen alımlayan özne çoğulluğuyla nesnel konumda çok farklı örneklerin simgelendiği öngörülebilecek tek bir “öykü”yü öne çekip biz bununla ilişkilenişlere değinelim orasından burasından.

1990 Kuşağı öykücülüğünün, neredeyse tümüyle x kuşağı bireyleri tarafından üretildiğini söyleyebiliriz gönül rahatlığıyla. Bu kuşağın yeni binyıla gelmeden 1990’lar boyunca niteliksel anlamda öyküyü alabildiğine değiştirdiği, tıptı 1950 Kuşağı öykücülerinin yaptığına benzer biçimde öyküde yeni bir paradigma kurmaya giriştiği açık. Başlangıçta öykü anlayışlarıyla yeni bir “paradigma kurma eylemi” gibisinden bir tutumun ardılı olarak alana topluca katıldıklarını, böyle bir bilinç içinde olduklarını elbette öne süremeyiz. Yine 1950 Kuşağı öykücülerinde gözlediğimiz üzere aralarındaki uyumla, yan yanalıkla, giderek kaleme aldıkları hikâyelerdeki öykülem ortaklığıyla, bu anlayışlarına bakarak onları sonradan bizler 1990 Kuşağı öykücüleri olarak aldık, yazınımızda böyle değerlendirdik.

1990 Kuşağı yazarlarıyla başlayan, büyük dönüşümler yaşanan yeni binyıl başlarına kadarki süreç, öyküde “nitel değişim” olarak not edilmeli. Öyleyse 1990’lardaki öykü patlamasının nitel yanını belirleyen hiç kuşku yok ki bu yazarlar. Bu anlamda bu kuşağın öncüsü bağlamında alabileceğimiz adları tek tek anmak olanaklı.

Öykümüz, nitel değişim sergilerken nicel olarak da kabından taşmışçasına farklı farklı alanlarda her anlamda olağanüstü bir yayılım gösterdi âdeta. “Öyküde patlama” nitelemesi sakız gibi kullanılıp çiğnenirken 1990 Kuşağını yaratan öykücüler yazınımızda, sınırlı sayıda kalem olarak varlık göstermişti oysa. Bu adların belli başlılarını iki çekirdekli eliptik bir daire olarak şöyle sıralayabilirim: 1. Çekirdek: Müge İplikçi, Aslı Erdoğan, Jaklin Çelik, Özen Yula, Doğan Yarıcı, Barış Bıçakçı, İnan Çetin, Murat Gülsoy, Ömer Ayhan, Yekta Kopan, Behçet Çelik, Yücel Balku vb. 2. Çekirdek: Şebnem İşigüzel, Sema Kaygusuz, Berna Durmaz, Karin Karakaşlı, Ahmet Büke, Başar Başarır, Murat Yalçın, Faruk Duman, Doğu Yücel, Onur Caymaz vb.

Nitekim hep 1990 Kuşağı öykücülerinin ağırlığıyla süren bu evrede, her bir yıla düşen ilk öykü kitabı yayınındaki sayı fazla bir kıpırtı göstermiyor aslında. Öykü patlamasına dönük gösterilen gerekçelerden ilk öykü kitapları sayısındaki şaşırtıcı artış oysa, ancak süreç içinde, daha çok da 2005 sonrasında, ama özellikle 2010’larla birlikte hemen her yıl artarak yukarı yöndeki grafikle ortaya çıkıyor bu durum.

Öyleyse olguyu, “1990 Kuşağı öykücülüğü” ve “1990 öykü patlaması” biçiminde iki ayrı başlık altına alarak yorumlayıp değerlendirmek gerekiyor demek ki.

İşte 1990’ların öykü coğrafyasında verimler arasında gözlemlediğim bir olgu da 1990 Kuşağı öykülerinden olmadığı halde onlara öykünerek yola çıkmakla birlikte bu yolculuğu bir nedenle ortada öylece bırakıvermiş izlenimi uyandıran, deyiş yerindeyse “korsan” 90’lılar.

Bir yazar, elbette kendi yakın çevresinden, kuşağından, arkadaşından da etkiler alabilir, esinler taşıyabilir. Ama yazınsal öykü türü de, bütün alanlarda olduğunca kuşkusuz liyakat gerektiriyor.

Bir etkimeyle 1990’lardaki bu süreçte öykü kitabı yayımlayıp doğal olarak 1990 Kuşağı yazarları arasına katılabilir insan, ancak yukarıda saydığım adlar, öyküde bir görünüp sonra da çekilmiş imzalar değil. O halde bununla uyumlu örnek olarak liyakatsiz yazarı, kuşak üyeleri arasında saymak yerine 1990’larda öykü kitabı yayımlamış herhangi yazar bağlamında almak gerekiyor.

Nitekim biz 1950 Kuşağı öykücüleri derken, İstanbul odaklı çekirdek öykücülerle Ankara odaklı çevre öykücüleri birbirinden ayırmıyor muyuz? Buna göre 1990 Kuşağı öykücülerini de yine bu ölçülere bağlı kalarak ele alıp işleyeceğiz.

Elbette bir görünmüş, sonrasında kaybolmuş imzalar da 1990 Kuşağı öykücülüğüne tuğla taşıdı, ancak emek süreğenliği göstermeyen öykü taşeronluğuyla onları bu öykücülüğün mimarları bağlamında kurucu adlar arasında anmak ne ölçüde doğru olabilir?

Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde 1990’larda yaşanan öykü patlaması olgusunu daha çok, 2005’lerden itibaren yüksek ivmeyle başlayan ilk öykü kitabı yayınındaki patlamayla orantılı almakta yarar var. Gerçekten 1999’da başlayan bir dalgayla tamı tamına bir öykü patlamasının yaşandığı söylenebilir.

Patlamada rol oynayan bu öykücülük de 1990 Kuşağı öykücülüğünün izinden gitmeye çalışıyordu elbet, ancak onları yine de bu öykücülüğün birebir ardılı bağlamında almak gerekir mi, kuşkuluyum.

Şimdi soru şu: Biz bu öykünün neresindeyiz? 1990 Kuşağı öykücülüğüyle nasıl bir ilişkileniş içindeyiz? Bunun karşısında nasıl bir konumdayız?