ÖYKÜNÜN YÜZYILI; ÜÇ BÜYÜK DİP DALGA…
M.Sadık Aslankara
(16.10.2025 YAZISIDIR)
Anadilde, “öykünün yüzyılı” gibi alabildiğine geniş kapsayıcılığa sahip bir başlık açıldığında, cumhuriyet tarihine koşut neredeyse bütün öykümüz bunun kapsamına alınabilir genelde.
Hayır, buna karşı çıkılamaz, çok doğal bir kabul sayılmalı bu, nitekim öykümüz de zaten bütün halinde ama hiç kuşkusuz kendine özgü konumlanış çerçevesinde bu ayraç içine giriyor çünkü. Ancak bugünden geriye gidilerek günümüz öykücülüğünün öncülü geleneksel Türk hikâyeciliğine doğru açılmaya başladığımızda bu hattın 1928’de belirgin nitel sıçrama, düzey atlama başlangıcı sergilediği de kolayca gözlenebilir.
Önümüze çıkan bu olgusal gerçekliğin, 1928’le birlikte yaşanmaya başlayıp sonrasında Atatürk’ün, “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür,” savsözünde yerini bularak bunun yapı taşını oluşturan yeni bir toplum yapısına dönük harcın işlenmeye başladığı yeni düzende yazar-okur niteliğinin de artık buna koşut değişim sergileyeceği öne sürülüp bu yönde bir gerekliliğin kendini göstereceği pekâlâ kestirilebilir.
Bu noktada toplumda sayısal okuryazarlığı, yazın çevresindeyse sanatın işlenme biçimini dikkate almak zorundayız. Bu ikili ölçüt öne çekildiğinde 1928 sonrasında bu olgunun söz konusu sürece yansıması sırasında öykücülüğümüze bunun üç büyük dalga halinde vurduğu üzerinde durulabilir.
Ancak bu büyük dalgalanmaya geçmeden önce bunun önünü açan enerjideki yükselişi sağlayan koşullara da değinelim satır başlarıyla, neler oldu bu süreçte?
- Millet Mektepleri aracılığıyla müthiş bir okuma yazma seferberliği başlatıldı. Böylelikle Cumhuriyet dönemi okuryazarlığı, öncesine göre kat kat artarak toplumun tüm kesimlerine yayıldı.
- Halk, daha önceleri yaygın hikâye biçimi bağlamında önüne gelen, çevresini kuşatan esatir, dini menkıbe, meddah anlatıları vb. hepsi tekrarlamaya dayalı bir çemberin ilk kez dışına çıkma fırsatı buldu, kendisine benzer insanların hikâyelerini, bunlar aracılığıyla o insanları tanıdı, kendi hikâyelerine de zihninde yeni bir düzen vermeye çabaladı.
- Gerek okuryazarlığın artışı gerekse toplumsal yaşamla içlidışlı, etli canlı insanların anlatıldığı kişileriyle yapılandırılan hikâyelerin varlığı, okurun bunlara dönük ilgisi, alanda yaygın bir etkilenme sürecinin önünü açtı. Bu gelişmeler öykü yazan kalemleri de derinden etkiledi, bundan ister istemez anlatıda yeni biçemler aramaya dönük esinlendiler.
Sonuçta hikâye alışverişinin alabildiğine kucaklayıcı biçimde yaşandığı, öyküleme sanatının yeni biçemler, biçimlerle gün gün geliştiği bu ortamda, insanlar, birer cumhuriyet yurttaşı olarak kendi yaşantısına dayalı hikâyelerle de kuşatılmış halde bunları somutlayıp yaşantısal anlamda toplumsal zeminde denklikler kurmaya koyuldu. Öykü yazarları da bütün bu hikâyeleri ülkemizin her yerinde her kesimden insanların arasında dolaşıma sokarak genç cumhuriyetin olanak sağlayıp ortaya çıkardığı bu hikâyeleri yazarak kendisine görece yeni bir yol bulmaya, biçem yaratmaya çalıştı.
Bu saptamalarla şimdi öykünün yüzyılındaki büyük dalgalara geçebiliriz.
1928’den günümüze gelen süreci dikkate alarak yaklaştığımızda genelde başvurulan, her zaman karşımıza çıkabilecek bir bölümleme getirilip, örneğin, 1. Kuruluş, 2. Yükseliş, 3. Savruluş dalgaları biçiminde bir ayrıma gidilebilir. Ne var ki bu durumda Türk öykücülüğünün önceki evreleri yine de kapsam dışında tutulmuş olacaktır.
Şurası kuşku götürmez ki öykücülüğümüz bir bütündür elbette, bu şekilde yapılan bölümlemelerin, genelin içinde öykücülüğümüzü, daha sağlıklı bir yere oturtmak için ele alındığı unutulmamalı o halde. Ayrıca yukarıda da vurgulandı, yaşananların 1928’den başlatılarak ele alınmasının tarihsel gerekçeleri var. Gelin şimdi, kısa notlar halinde bu üç evreye, gerek toplumda gerekse yazın dünyasında yol açtığı büyük hareketlilik, dalgalanma bağlamında kuş bakışı da olsa göz atalım.
- Öykümüzün Kuruluş-Gelişme Evresi: 1928’de 1 Kasım Harf Devrimi, Atatürk’ün belirlemesiyle beş yıl gibi kısa sürede hedefine ulaşmalı, insanımız mutlu, müreffeh Türkiye Cumhuriyetinde yaşamanın karşılığını almalıdır. Bu amaçla büyük okuma-yazma seferberliği yaygınlaştırılıp en ücra köşeye dek her yurttaşa Harf Devriminin getirdiği olanakların tanıtılması anlamında artık hikâye âdeta öncü rol oynayacaktır. Bunda kazma kürekle açılan topak şoseler, demir ağlarla örülen yollar büyük işlev sergilemiş, yolların uğrak yeri her istasyona taşınan gazete, kitap-dergiyle halkın bu öykülerde buluşmasının önü açılmıştır.
- Öykümüzün Kökleniş-Yükseliş Evresi: Öyküde kökleniş, git gide yükseliş okullar aracılığıyla sağlandı. Örgün eğitim, köylere dek uzandı, kızların da eksiksiz kapsam içine alındığı tam bir eğitim seferberliği başladı. Kuşku yok ki bunda Millet Mektepleri, Halkevleri, Halk Odaları, sonradan Köy Enstitüleri büyük rol oynadı. Halk arasına katılarak bu kurumları ayakta tutan öğretmenler öykü kadar dil-folklor, halk hikâyeleri, mani, türkü vb. sözlü halk sanatı örneklerini de kayıt altına alıp bir başka açıdan da katkıda bulundu. Bütün bunlar hikâyenin alabildiğine gelişmesinde rol oynadı. 1950’de bu kez bütün sanat dallarıyla sanatçıları büyük atakla âdeta bir savaşıma girdi, ürettikleri sanat türlerini, bu arada yazarlar da öykü sanatını alabildiğine yükseltti.
- Öykümüzün Duraklayış-Savruluş Evresi: 1990’larda son bir şahlanış-dalga gözlendi, ama bunun üzerinden çok geçmeden 2005’ten 2010’a kadarki süreçte bütün dünyada olduğu kadar Türkiye’de de yaşanan toplumsal çözülmeyle bozunum öykücülüğümüze de yansıdı ne yazık ki. Son olarak 1990 Kuşağının yansıttığı yüksek enerji terk edildi, çürüme toplumdan öyküye kaydı.
Bu sıra cumhuriyetle yaşadığımız örtüşme, öykücülüğümüz açısından da önem taşıyor. Önümüzdeki haftalarda bu dalgalar üzerinde tek tek duracağım.